Araya giren işler nedeniyle geciken bir yazı
daha… Geçtiğimiz haftasonu gerçekleştirdiğimiz Karagöz/Karagiozis etkinliği
üzerine yazacağım. Kuyuya taş attığımız günlerden birisiydi. Arada sırada kuyuya
taş atmakta fayda vardır. Kuyu ne kadar derinse taşın sesinin yankısı da o kadar
uzaktan gelir. Olsun biz atalım da.
29 Temmuz 2010’da Karagöz’ün
Türklükle İmtihanı ya da Eyvah Ermeniler Karagöz’e Sahip
Çıktı! başlıklı bir yazıyla kuyuya ilk taşı
atarken, o dönemde ana akım medyada gündeme getirilen “Karagöz kimin”
tartışmasına istinaden şunları yazmıştım: “Görüldüğü üzere gerek biçimsel,
gerekse sunuluş biçimi açısından Ermeni Karagöz’ü oldukça farklı bir gösteri
olarak karşımıza çıkmakta ve içinde bulunduğumuz coğrafyada kültürlerin yüzlerce
yıl içinde farklı etkileşimlerle ne kadar zengin evrimleşmeler geçirdiklerini
ispat etmekte. Bizse bu zenginliğin keyfini çıkarmak yerine hangisi orijinaldir
ve Karagöz kime aittir diye tartışmayı tercih etmekteyiz. Keşke bir olanağımız
olsaydı da Türk, Ermeni ve Yunan geleneksel gölge oyunlarını bir arada
izleyebileceğimiz festival düzenleyebilseydik.” Bu yazının ardından konuyla
ilgili okuma notlarından oluşan bir dizi yazı yazmış ve sonra konuyu bir kenara
bırakarak yola devam etmiştim. Bunlar uzmanlık içeren yazılar olmaktan ziyade,
alanın dışından gelen ama konuya ilgi duyan bir okurun sorduğu sorular
toplamından ibarettiler.
Dedim ya kuyu derinse taşın sesinin size ulaşması
daha fazla zaman alır. Geçtiğimiz yıl Toplumsal Tarih Dergisi editörlerinden
Peri Efe –ki kendisini tanıdıkça onun da kuyuları ve taşları sevdiğine kanaat
getirdim- bir mail atarak konuyla ilgili ses veren ilk kişi oldu. Araştırma
alanında serbest stil dolaşan bir cahil olarak gözden kaçırdığım bir gerçekle bu
yazışmalar sayesinde yüzyüze geldim: Toplumsal Tarih Dergisi’nde 2009 yılında
konuyla ilgili çok değerli bir dosya yayınlanmıştı ve Peri de bu dosyanın
editörü idi. Eski Osmanlı coğrafyası dahilinde gölge oyunu geleneğinin
geçmişteki ve şu andaki durumu üzerine çalışmalar yürütmekte kendisi. Bu
bağlamda başlayan sohbetlerimiz bu yılki Alternatif Tiyatrolar Buluşması
kapsamında, Kültürel Çoğulcu Tiyatro Günleri adıyla düzenlediğimiz
etkinliklerden birisine dönüştü. Böylece 2010 yazında tuttuğum dilek de kısmen
de olsa gerçekleşmiş oldu.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki 2007 yılından
beri BGST içerisindeki bir avuç gönüllünün gayretleriyle düzenlenen Kültürel
Çoğulcu Tiyatro Günleri herkesten çok biz organizatörlerini eğitti ve eğitmeye
devam edecek. Bu etkinlikleri düzenlerken paha biçilmez deneyimler yaşadık ve
etkinlikleri gerçekleştirmek için dayanışma geliştirdiğimiz çok sayıda dost
edindik. Karagöz etkinliği sayesinde yolumuz Toplumsal Tarih Dergisi ve
Tiyatrotem ile ile kesişti. Böylece manzaraya farklı bir açıdan bakmaya
çalıştığımız bu uzun yürüyüş esnasında yanyana yürüdüğümüz kişi ve kurumların
sayısı da artmış oldu.
Etkinliği değerlendirirsek… Öncelikle pek çok
kişinin sorduğu ya da soracağı bir soruya açıklık getirerek başlayalım. Etkinlik
duyurusu yapıldığı andan itibaren gelen kimi maillerden de açıkça anlaşıldığı
gibi bazı kişiler Türkiye’de yapılan bir etkinlikte dışarıdan gelen bir hayaliye
yerli bir oynatıcının kendi gösterisiyle yandaşlık etmemesinin önemli bir
eksiklik olduğunu dile getirdiler. Pek çok açıdan haklıydılar da. Ancak bu
eleştiriyi yapanların BGST, Toplumsal Tarih Dergisi ve Tiyatrotem gibi
kurumların dayanışma içerisinde ve tümüyle kendi olanaklarını devreye sokarak
gerçekleştirdikleri bu mütevazi etkinliğin ortaya çıkış serüveni ve şartları
konusunda çok fazla bilgisi bulunmadığı da bir gerçek. Sonuçta asli görevi
Türkiye’de gölge oyununun gelişimine katkı sunmak ve çevredeki benzer
geleneklerle ilişki kurulmasını sağlamak olan bir kurum olmadığımıza göre
hakkımızda yapılan eleştirilere de mesafeli yaklaşmaya hakkımız olduğunu
düşünüyorum. Çok daha iyi organizasyonların bu işin asli özneleri tarafından
yapılması elbette ki mümkündür ve beklenti de o yöndedir. Bu açıdan bizim
girişimimizi kendi olanakları dahilinde değerlendirmek ve Türkiye’de uzun bir
süreden beri geçerliliğini sürdüren, geleneksel gösteri sanatları alanında artık
neredeyse resmileşmiş durumdaki egemen söyleme belirli bir noktada itiraz etme
yolundaki misyonu bağlamında ele almak gerekir. Sonuçta amacımız dört dörtlük
bir gölge oyunu festivali düzenlemekten ziyade, tartışmalara bir parantez açarak
katkı sunmaktan ibaretti. Etkinliği izleyen ve çoğunluğunu üniversiteli
tiyatrocuların oluşturduğu katılımcıların büyük bölümünde etkinlik sonrası
Türkiye’de yapılan gösterilere karşı bir ilgi ve merakın oluşması gelecekte
yaşanacak yeni karşılaşmalara da zemin hazırlamış oldu. Tabii burada bir konuyu
açıklıkla belirmekte fayda görüyorum ki Yunanistanlı konuklarımız Ioannis
Chatzis ve Anastasia Gkenidu, resmi söylemlerin aksine Ege’nin her iki yakasında
hayaliler arasında oluşan dostluğa bizzat şahitlik etmemizi sağladılar.
İstanbul’a ayak bastıkları andan itibaren yerli Karagöz oynatıcıları onların
peşini bırakmadı ve gerek gösteri öncesinde, gerekse gösteri sırasında etkinliğe
büyük destek verdiler. Bu bağlamda emektar Karagöz üstadı Orhan Kurt’un ve Alpay
Ekler’in adını anmakta fayda görüyorum.
Aslına bakılırsa tümü değerlendirildiğinde
etkinliğin iki genel teması olduğu söylenebilir: Geleneğin farklı coğrafyalarda,
özelde Türkiye ve Yunanistan’da aldığı farklı biçimlere dair sorular sorma ve
bugün gelenekle kurulacak ilişkinin niteliğine dair düşünme. İlk temaya ilişkin
kapsamlı bazı değerlendirmeler Toplumsal Tarih Dergisi ile dayanışma içerisinde
organize ettiğimiz panelin ana konuları arasında yer alıyordu. Türkiye
bağlamında konuşan derginin yazı işleri müdürü Ahmet Akşit ve Viyana
Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde Sertan Batur’un da açıkça ortaya koyduğu
gibi, Türkiye’de Cumhuriyet elitinin, yeni devletin ilk yıllarından itibaren
“gelenek” ile kurdukları pragmatist ilişki biçimi gölge oyununun evrimleşerek
günümüz gerçekleriyle modern bir ilişki kurmasını engelleyen en büyük
handikaplardan birisiydi. 1930’larda yeni rejimin propagandist amaçlarının
hizmetine verilmek üzere yeniden biçimlendirilen ve bu amaçla özünde yatan
muhalif yönelimler tümüyle terbiye edilen gölge oyunu geleneğinin Türkiye’de
hayat damarlarını kaybederek unutulmaya yüz tutmasının en temel nedenini
toplumla kurduğu doğal ilişkinin ciddi biçimde hasar görmesinde aramak gerekir.
Toplum mühendisliği faaliyetinin en temel araçlarından birisi haline getirilmek
istenen ve bu bağlamda kendisi de bir mühendislik faaliyetinin nesnesi haline
gelen Karagöz’ün narin omuzları bu yükün altında ezimiş gibi görünmektedir. Peri
Efe’nin sunumunda dile getirdiği gibi ulus-devletler çağında Osmanlı
coğrafyasının farklı bölgelerinde gelenek ile kurulan ilişki, Türkiye’dekiyle
benzerlikler içermekle beraber özellikle Yunanistan’da yönetimdeki elitlerin tüm
müdahalelerine rağmen “halkçı” bir damarın varlığını bugüne kadar korumaya devam
etmesi, geleneğin modernleşerek nostaljik bir figür olmaktan kurtarılmasında
önemli bir rol oynamıştır. Bunun en somut örneklerinden bazılarını sunan
hayali Ioannis
Chatzis’in Mimesis’in haber sayfalarında yayınlanan konuşmasına göz
atmak, Yunanistan’da gelenek ile modern arasında kurulan ilişkiye dönük bir
fikir edinmemizi sağlayacaktır. Pek çok konuda olduğu gibi, Türkiye’de gölge
oyununun kaybettiği kanı yeniden kazanmasının yolu da, tarihimizle sosyo-politik
bir hesaplaşmaya girişmemizde yatıyor anlaşılan.
Etkinliğin bir diğer teması üzerine, gelenekle
bugün nasıl ilişkilenebileceğimiz konusuna dair Kadir Has Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü Başkanı Çetin Sarıkartal tarafından yapılan
konuşma gerçekten de ufuk açıcıydı. Çetin Sarıkartal’ın tümüyle uygulamaya dönük
bir perspektif içerisinden yaptığı sunumun en güzel yanı konuşmanın bitiminde
Tiyatrotem’in sunduğu Alem Buysa Kral Übü adlı gösterinin teorik
altyapısını seyirciye aktarmasında yatıyordu. Genelde uygulama alanından gelen
ve işin tarihsel ve sosyo-politik yönü hakkında tartışmaktan ziyade bilgilenmeyi
tercih eden katılımcıların, bu bölüme özel bir ilgi göstermeleri anlaşılabilir
bir durumdu. Çetin Sarıkartal’ın perdenin ön yüzünden ziyade arka yüzüyle ilgili
değerlendirmelerinin, günümüzün gösteri sanatları icracılarına, “icranın
evrensel yasaları” üzerine düşünme ve buradan hareketle geleneği kendi
pratiğinde yeniden keşfetme konusunda önemli ipuçları sunduğu kanaatindeyim.
Zaten onun ortaya koyduğu perspektifi Tiyatrotem o denli başarılı biçimde
sahneye taşıdı ki geleneksel tekniklerin müzelik olmaktan çıkıp günümüzün
avangart arayışları için çok zengin anlatım olanakları yaratabileceği somut
biçimde ortaya çıkmış oldu.
Ve tabi gecenin beklenen anı Yunanistanlı
konuklarımızın gösterisiydi. BGST’li arkadaşlarım Ayşan Sönmez ve Sevilay Saral
tarafından kişisel olarak tanıma şansına sahip olduğumuz ve gerçekten kısa
sürede çok yakınlaştığımızı hissettiğimiz İzmitli Anastasia ile Tekirdağlı
Ioannis’in günlük hayattaki sakin tavırları perdenin arkasına geçtiklerinde
birden yerini bir enerji patlamasına bıraktı. Ioannis’in yardakçısı Anastasia
ile tipten geçerek sunduğu yaklaşık 45 dakikalık gösteri, bizde de Ters
Evlenme adıyla kayda alınmış geleneksel bir senaryonun Yunanistanlı
versiyonu idi. Bu sayede ilgili katılımcılar her iki gösterinin bir
karşılaştırmasını yapma ve benzerliklerle farklılıkları somut biçimde
değerlendirme şansını yakaladılar.
Pek çok açıdan oldukça öğretici ve had safhada
eğlenceli bir gündü. Etkinlik sona erdiğinde salondan gülümseyerek ayrılan
izleyiciler Ioannis’in “Karagöz çocuklar için midir?” sorusuna verdiği yanıtı
hatırlamamıza neden oldular: “Evet, Karagöz 2 ila 92 yaşındaki çocuklar
içindir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder