17 Mart 2010 Çarşamba

YENİ BİR YEREL TİYATRO MODELİNE İHTİYACIMIZ VAR

Bu yazı Mimesis web sitesi için kaleme alınmıştır.

Afyon Şehir Tiyatrosu'nda yaşananlar üzerine yürütülen tartışmalar yavaş yavaş sönümlenmeye yüz tutmuş durumda. Uzunca bir süredir tiyatro kamuoyunun gündemini işgal etmiş olan bu konuda yürütülen tartışmalardan geriye maalesef uzun soluklu değerlendirmeler yapmaya yetecek çok az şey kaldı. Bir kaç iyi niyetli insanın çabalarına rağmen konu genelde kısır tartışmalar içerisinde tüketildi. Benzeri bir durum İskender Pala «devlet ve şehir tiyatrolarının kademeli olarak özelleştirilmesini» savunduğunda da yaşanmış, yürütülen tartışmalar «olurcu» ya da «olmazcı» diye nitelendirilebilecek iki kamp arasına sıkışıp kalmış ve geleceğe dönük bir perspektif oluşturulması mümkün olmamıştı.

Halbuki Türkiye'nin şu anda tiyatro sanatını toplum tabanında yaymanın ve ülke çapında yaygın bir ağ inşa etmenin yollarını aramaya ihtiyacı var. Geçmiş deneyimlerimiz bunun ne devlet ne de şehir tiyatroları modeliyle yeterince etkin işlemediğini ortaya koymakta. Cumhuriyet döneminde tiyatroyu metropollerin dışına çıkarmak için önerilen her iki model de kamu kurumlarının öncülüğünü şart koşuyordu: Ya Ankara-İstanbul hattına sıkışmış devlet tiyatroları ülke çapında bir ağa dönüştürülecek ve tiyatronun yaygınlanşması bu sayede sağlanacak; ya da yüz küsur yıllık Darülbedayi geleneği taklit edilerek şehir tiyatroları deneyimindan yararlanılacaktı. Ancak şu anda Türkiye'de tiyatronun geldiği durum bu yatırımın beklenen karşılığı vermediğini gösteriyor. Afyon deneyimini bu bağlamda ele alırsak İstanbul'da çok daha geniş ölçekte yaşanan bazı sorunların emekleme dönemindeki bir belediye tiyatrosunda da «minyatür» düzeyde yaşanması şaşırtıcı değil. Artık kabul etmek lazım ki örnek alınan modelin kendisi sorunlu.

Diğer yandan İskender Pala ve benzeri düşünceye sahip kişilerin önerileri yani «aşamalı bir özelleştirme» perspektifi bu kurumları rekabet içerisine çekerek atıllıklarından kurtulmalarına hizmet edebilir mi? Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Mimesis web sitesinde «Çeviri-Araştırma-Analiz» başlıklı bölümde TDR dergisinin editörlerinden, tiyatro kuramcısı Richard Schechner'in bir yazısı yayınlandı: «Kar Amacı Gütmeyen Yerel Tiyatrolar Batsa Umursar mısınız?» Biz bu makaleyi yayınlarken gecikmeli de olsa söz konusu tartışmalara Amerikan tiyatro tarihinden bir örnekle katkı sunabileceğimizi düşünmüştük. Ancak bu önemli makale maalesef gözden kaçtı. Oysa Schechner'in makalede yer alan bazı değerlendirmeleri tartıştığımız konuyla ilgili oldukça ilgi çekici değerlendirmeler içeriyor.

Öncelikle Schechner Amerikan tiyatro tarihi içerisinde bölgesel tiyatroların iki farklı model ve strateji içerisinde ortaya çıktığını belirtiyor. İlk model misyonu kabaca «kültürü insanlara götürmek» olarak tanımlanabilecek Amerikan yerel tiyatroları tarafından temsil ediliyor. Bunlar başını Ford Vakfı'nın çektiği özel sektör örgütleri ve NEA (Natonal Endowment for Arts) türü kamu fonlarıyla desteklenen kumpanyalar olarak tarif ediliyorlar -ki bu tarif anladığımız kadarıyla Türkiye'de ödeneklilerin özelleştirilmesini savunanların kafasındaki modelle paralellik gösteriyor. Temelde Amerikan tiyatrosunun belli bir türünün (orta sınıfa dönük bir burjuva dramasının) tüm ülkede yayılması ve gelişmesini garanti altına almayı hedefleyen bu projede, kurumun işleyişi bir sanat yönetmeni aracılığıyla sağlanıyor ve oldukça net bir işbölümü tarifine dayanıyor: Bir tür mütevelli heyeti yani finansal mekanizmayı işeleten kişiler, onara bağlı bir sanatsal yönetim, çoğunlukla proje bazlı anlaşmalar yapılan sanatçılar ve teknik ekip. Schechner kamusal destek almakla beraber ağırlıklı olarak seyirci aboneliğinden gelir elde eden ve özel piyasa koşullarında rekabete dayalı bir biçimde ayakta kalmak zorunda olan bu yapılanmaların 30 yıllık tarihleri içerisinde tiyatro alanında eğitim ve araştırma faaliyetlerine ciddi bir katkı sunamadıklarını ve Amerikan deneysel tiyatrosuyla neredeyse hiç ilişkilenmediklerini belirtiyor. Sonunda 90'lı yılların bitimiyle beraber artık kendisini gerek finansal gerekse sanatsal anlamda yenilemekten aciz kalan bu yapılar 2000'lerle birlikte iflas bayrağını çekmiş durumdalar. Yani Amerikan rüyasının bir ayağı daha çökmüş durumda.

Schechner'e göre ikinci model onun «cemaat tiyatroları (community theatres)» olarak adlandırdığı yapılanmalar. Bunlar yukarıda sözünü etiğimiz yerel tiyatrolar modelinin aksine ortak karar ve üertim mekanizmaları inşa eden avangard nitelikli tiyatro örgütlenmeleri. Tamamen bağımsız biçimde ve alternatif kaynaklar üzerinden işletilen bu yapılanmaların ilk modelin tersine «tiyatronun ve kültürün ışığını ülke geneline yaymak» yani «insanlara tiyatro götürmek» yerine «insanlarla tiyatro yapmayı» amaçladığını belirtiyor ve ekliyor: «Oyunlarını doğrudan iletişim içinde oldukları seyircilere sergileyen, festivaller için ve tekniklerini, fikirlerini, deneyimlerini paylaşmak için düzenli olarak bir araya gelen böyle binlerce grubun, yerel tiyatroya ve kitle iletişim araçlarının getirdiği zihin uyuşmasına ve yabancılaşmaya alternatif olabileceğine -veya zaten olduğuna- inanıyorum.»

İşte Türkiye Tiyatrolar Birliği'nde bir grup tiyatrocu Afyon'a yaptıkları ziyaret sırasında oradaki tiyatrocularla tartışırken anlatmaya çalıştıkları kısmen bu gerçeklikti: Çok kısıtlı kamu olanakları için birbirleriyle rekabet etmek yerine alternatif dayanışma odakları inşa etmelerinin, kamu kurumlarına tabi olarak pasifize olmaktansa, onları hizmete zorlayacak bağımsız yapılanmalar ortaya çıkarmanın herkesin yararına olacağını vurgulamak istemişlerdi. Ama biz kendi ödenekli tiyatrolarımızı -sanki tiyatromuza altın çağını yaşatıyorlarmışçasına, tüm hantallığıyla- «koruyalım» ya da «özelleştirelim» -kurtulalım- diye tartışıp durmaktan, Afyon gibi örneklerde belirgin hale gelen potansiyel olanakları heba etmekle meşguluz.

5 Mart 2010 Cuma

AFYON’DA TARAFSIZ OLMAK VE KAMUOYU YARATMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Mimesis Web sitesi için kaleme alınmıştır.

Bir eğitimci olarak sonuçlarını çok yakından gözlemlediğim bir sorundan söz edeceğim: Gençlerin hayatı çelişkileri ile çok yönlü bir biçimde algılama yetisini körelten bir kalıpçılık. Biz buna kısaca ezbercilik deriz, bu yaklaşımı eleştirir yerden yere vurur ama zihinsel süreçlerimiz üzerindeki etkilerini çok da fark etmeden yaşamımızı sürdürür dururuz. Türkiye’de uzun yıllar Brecht’in tiyatrosunun kaba bir ajit-prop olarak algılanmaya devam etmesini “diyalektik” adı verilen ve modern Batı düşüncesinin temel yapıtaşı olan bir mefhuma yeterince vakıf olamamıza bağlamak gerekir.

Bu kısa girişten sonra asıl konuya gelelim: Bilindiği gibi geçtiğimiz haftalarda Türkiye Tiyatrolar Birliği’nden (TTB) bir grup tiyatrocu Afyon’u ziyaret ettiler. Gerekçe birkaç ay önce şehir tiyatrosunda yaşanan ve basına da yansıyan bazı gelişmelerdi: Belediye kendi bünyesindeki tiyatronun yıllardır eğitmenliğini yapan bazı tiyatrocuların işine son vermiş ve tiyatronun faaliyetlerini durdurmuştu. Ardından belediye kaynaklı bir başka açıklama geldi: Belediye yetkilileri sadece profesyonel tiyatrocular ile yollarını ayırdıklarını ama tiyatronun faaliyetlerini durdurmak gibi bir niyetleri olmadığını belirtiyorlardı. Söylendiğine göre gönüllü olarak çalışan farklı bir kadro ile yollarına devam edeceklerdi. Bu arada kimi TTB üyelerine kişisel mailler gönderiliyor ve geçmişte kendilerine sahne kullanma olanağı verilmeyen pek çok tiyatrocunun oluşan yeni yapılanma sayesinde belediye olanaklarından yararlanmaya başladıklarını belirtiyorlardı. TTB kendi içinde yaptığı değerlendirmelerde durum hakkında net bir görüş oluşturamamasına rağmen konuya ilişkin bir bildiri yayınlayarak belediyenin tavrını kınamayı tercih etmiş ve belediyeyi eğer gerçekten haklı olduğunu düşünüyorsa TTB’ye bir randevu vermeye davet etmişti.

Sonuçta hem belediye, hem de şehirde bulunan tiyatrocularla haberleşilerek söz konusu ziyaret gecikmeli de olsa gerçekleştirildi. Şunu en baştan belirtmek gerekir ki ziyereti gerçekleştiren TTB üyelerinin hedefi yaşanan gerçekliği tüm yönleriyle anlamaya ve olabildiğince çok kişiyi dinleyerek bir kanaat oluşturmaya çalışmaktı. Sonuçta ziyaret sonrası yayınlanan bildiri de bunu açıkça ortaya koyuyordu: Afyon’daki tiyatrocular, sonuçta şehirdeki tiyatro ortamına zarar veren çatışmacı yönelilerini terk ederek ortak bir akıl inşa etmeye davet ediliyorlardı.

TTB’nin yaptığı ziyaret, son dönemlerde tiyatro alanındaki örgütsüzlüğü yok etmek amacıyla gerçekleştirilen bir dizi girişimin sonuçlarından birisiydi ve bu şekilde yorumlanmalıydı. Ama olayları çelişkileriyle birlikte anlama ve açıklama konusundaki toplumsal zaafımız burada da kendisini gösterdi. Önce belediye bu ziyareti kendilerine verilen bir destek olarak göstermeye çalıştı. Ardından işten çıkarılan Ali Çakalgöz ve Sultan ÖrenkayaTTB’yi kendilerine açık destek vermediği için eleştirdiler. Belediyenin oluşturduğu yeni yapılanmada rol alan diğer tiyatrocular da gönderdikleri kişisel maillerle TTB heyetini şehrin gerçeklerini anlayamamakla suçladılar. Olayın taraflarının, TTB’nin tarafsız biçimde yaptığı ziyareti kendilerine dönük bir destek ziyareti olarak görmek istemeleri anlaşılabilir bir şeydir ama TTB’nin tarafsızlığını korumak istemesi ve bunu açıkça vurgulaması da anlaşılabilir olmalıdır. Eğer bu durum ısrarla anlaşılmak istenmiyorsa bu TTB’nin sorunu değildir. Kamuoyu yazılı olarak yapılan açıklamaları okuyarak kendi kanaatini oluşturabilecektir.

Şimdi yazının girişindeki gereksizmiş gibi görünen felsefe dersine geliyoruz. Peki kamusal yayıncılık yaptığını iddia eden kişiler için aynı değerlendirmeyi yapabilir miyiz? Onlardan beklediğimiz olayın haber değerini de dikkate alarak taraflara eşit söz hakkı vermek ve olayın bütünlüğünü sözünü ettiğimiz diyalektik yaklaşım içerisinde ele almak olmalıdır. Elbette herkes kendi kişisel görüşünü istediği biçimde ortaya koyabilir ve konuya ilişkin kendi yaklaşımını da sonuna kadar savunabilir. Ama kişiler ve kurumlar üzerine değerlendirme yapılırken çarpıtmaya başvurmak en son yapılması gereken olmalıdır. TTB, kendi ziyaretinin amacını net bir biçimde ortaya koymasına rağmen, bu ziyareti ısrarla farklı bir amaçla yapılmış gibi göstermek ve bu açıdan da “başarısız” olduğunu ilan etmek yayıncılık sorumluluğuyla bağdaşmaz: TTB Afyon’da varolan durumu çok boyutlu biçimde soruşturmak amacıyla şehre gitmiş, ziyaret öncesinde yayınladığı bildiride de belediyeye seslenerek gerekçeleri haklı bulunuyorsa bunu kamuoyuyla paylaşacağını açıkça belirtmiştir. Ziyaretinin amacının taraflardan birisine açık destek vermek olduğunu hiçbir zaman iddia etmemiştir. Burada özellikle internet yayıncılığı söz konusu olduğunda sıkça yapılan “hata”yla karşılaşıyoruz: Sanal ortamda hızla akan verileri harmanlayarak üretilen bilgi yığınlarıyla gerçeklikle ne kadar örtüştüğü tartışma konusu olabilecek yorumlara ulaşmak, bir süre sonra bunların gerçeklikmiş gibi algılandığını gözlemlemek ve gerçekliği tekrar tekrar üretmek. İşte internet üzerinden kamuoyu yaratmanın verdiği dayanılmaz hafiflik buradan kaynaklanmakta. TTB son süreçte Afyon’a sanal olmayan bir ziyaret gerçekleştirirken bu döngüyü kendi adına kırmayı denemişti. Şimdi bir takım yayıncılar, TTB’nin tarafsızlığından kaynaklanan memnuniyetsizliği de kullanarak bu eylemi aynı sanal döngünün içinde kaybolmaya zorlamaktalar. Muhtemelen bazı kesimlerin kafalarını bulandırmayı da başaracaklardır ama diğer yandan tiyatro ortamında gerçek bir örgütlülüğün peşinde koşan unsurlara da “sanal” değil “gerçek” bir muhalefete ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu hatırlattıkları için dolaylı da olsa olumlu bir işlevleri olacaktır.