7 Ekim 2009 Çarşamba

"İş Ararım İş..." Bir Okuldur

Yakından takip edenlerin fark edeceği gibi Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları 20 yıldır amatör topluluklarda örneğine az rastlanan bir deneyimi hayata geçiriyor. 1990 yılında metni kolektif biçimde üretilmiş bir oyunu, aradan geçen 20 yıl içerisinde defalarca güncelleyerek ve yeniden yazarak repertuarında tutmaya devam ediyor. Bu metnin benim açımdan kişisel anlamı büyüktür: Bu benim üniversite sahnesine ilk ayak bastığım oyundur ve 1995’te artık üniversite sahnelerinden çekilirken de “İş Ararım İş”in ikinci versiyonunda rol almıştım. Kısacası oyunun ilk iki versiyonu benim üniversite sahnesindeki kariyerimi özetler. Oyunu izlemeyen okurlar bu satırlara bakıp, “Sen de beş yıl boyunca bir arpa boyu yol ilerleyememişsin” diye düşünebilirler, o yüzden projenin mahiyetinden biraz daha ayrıntılı bir biçimde bahsetmekte fayda var.

“İş Ararım İş” oldukça basit ve maalesef ki Türkiye’nin gündeminde her zaman kalmaya devam edecek bir sorunu temel alan bir öyküye sahiptir: Okuldan mezun olmak üzere olan bir öğrenci bir bitirme ödevi yapmak zorundadır ve konu olarak “kanayan bir yarayı” yani “işsizliği” seçer. Ama bu salt akademik bir ödev olmayacaktır, yaşanmışlıklardan yola çıkılarak kotarılacaktır ve gerçek hikâyelere dayanacaktır. Bunun üzerine mahalledeki bir arkadaşının Hasan’ın hikâyesinden yola çıkarak işsizlik sorununu incelemeye başlar. Aslında tüm oyun oyunun başkahramanı olan anlatıcımızın mezuniyet sonrası yaşadıklarıyla ödevinde ele aldığı kimi konuların iç içe geçmiş biçimde aktarımından ibarettir. Ama bu basitmiş gibi görünen öykü sahne üzerinde “anlatının zamanı”yla “gösterinin zamanı”nın deneysel biçimde kesiştirildiği, stilizasyona dayalı sahnelerin gündelik ve rahat bir anlatıcı tavrıyla bir arada sunulduğu oldukça avangard bir kurgunun oluşmasına hizmet etmişti.

Oyunun ilk versiyonunda yer almış ve henüz eğitim almakta olan bir oyuncu olarak bu prodüksiyon sayesinde iki usta oyuncunun Cüneyt Yalaz’ın ve Uluç Esen’in sahne üzerinde doğaçlamaya dayalı bir üslupla bir yandan oynarken bir yandan da partnerlerini oynattıklarına, aynı zamanda oyun kurduklarına; “büyük rol küçük rol yoktur, büyük oyuncular vardır” vecizesinin canlı bir örneği olarak Metin Göksel’in yan karakterleri nasıl yaratıcı biçimde ördüğüne; Sevilay Saral’ın Stanislavski’nin rol yaratma temrinlerine örnek olacak biçimde aşamalı olarak bir rolü nasıl inşa ettiğine tanıklık etme şansı buluyordum. Diğer yandan aralarında Ömer Faruk Kurhan’ın da bulunduğu reji grubu üyelerinin zaman zaman kısa metinler, zaman zaman da doğaçlamalara zemin oluşturacak sinopsisler aracılığıyla kolektif bir metnin oluşumuna öncülük ettiğini izleme şansı buluyordum. Tüm bunlar bir yana bu oyun bizim hikâyemizi anlatıyordu ve sahne üzerinde kendimizi ifade etmemiz için gerekli araçları bize sunuyordu. Bu oyun aracılığıyla akademik sistemin çarpık yönlerini, mezuniyet sonrası bizi bekleyen kurtlar sofrasının acımasızlığını, toplumsal sistemin dişlilerinin çarkları arasına sıkışıp henüz kendisini gerçekleştiremeden hayatın akıntısına kapılan tüm gençlerin sorunlarını ve tabii ki bunlara eşlik eden ülke çapındaki genel sosyo-ekonomik arka planı tartışma olanağı buluyorduk. Bu tartışmalarımız “laf” olarak kalmıyor, aynı zamanda teatral jestlere dönüştürülmeye çalışılıyordu. İşte tüm bu nedenlerden dolayı şu anda beşinci ya da altıncı versiyonu sergilenmekte olan “İş Ararım İş” bizim için tek başına bir okuldu.

Oyunun serüveni bizim öğrenciliğimiz sona erdikten sonra da devam etti. 2000’lerin hızla değişmekte olan sosyo-ekonomik yapısı, akademinin değişimi ve diğer birçok konu bu oyun aracılığıyla BÜO’nun gündeminde kalmaya devam etti. Dolayısıyla bu oyun Brecht’in kendi eserlerini sürekli değiştirerek ortaya koyduğu versuche (deneme) pratiğiyle çok büyük bir yakınlık göstermektedir: Oyun aracılığıyla Türkiye’nin geçtiğimiz yüzyıl boyunca tartıştığı ve muhtemelen bu yüzyıl içerisinde de tartışmaya devam edeceği temel bazı parametreler ortaya konmakta ve bunlar teatral bir kurgu aracılığıyla tartışmaya açılmaktadır: alt orta sınıf aile, akademi, işsizlik ve iş arama pratikleri, Türkiye ekonomisinin o anki durumunun yaşamlarımıza yansıyış biçimi ve hepsinin ötesinde tüm çarpıklığıyla içinde yaşadığımız sistemin hayatlarımızı mahvetme mekanizmaları. Her yeni vesiyonda bu parametrelerin taşıdığı anlam farklılaşmış, dolayısıyla oyunun içeriği de tümüyle değişmiştir. Böyle bir pratiği sürdürürken çok iyi bir ön hazırlık yapmak, zengin bir tartışma ortamı oluşturmak ve sahneye taşınacak toplumsal gözlemlerde bulunmak hayati öneme sahiptir. BÜO oyunu ne zaman yeniden ele almaya karar verse, prodüksiyonun kalitesi, bu süreçlerin sağlıklı biçimde işletilip işletilememesiyle doğru orantılı olarak artmış ya da azalmıştır. Dolayısıyla bu oyun bir anlamda BÜO’nun kuşaklar boyu devam eden bir “öz-değerlendirme” aracıdır. Eski ve yeni BÜO’lular bu oyuna bakarak kulüp içerisinde hangi süreçlerin nasıl işlemiş olduğunu sezinleme olanağına sahip olabilirler. Sözgelimi oyunun 2008-2009 sezonundaki sergilemesinde bazı politik ya da estetik tartışmaların yeterli olgunluğa ulaşmadığı hissedilmiş ve seyircilerden alınan geri bildirimler de bunu doğrulamıştı. Bu bağlamda 2009 yazında yeniden ele alınan ve 2009-2010 sezonu için hazırlanan yeni versiyon geçtiğimiz hafta yeni seyirci ile buluştu: Tabir yerindeyse “BÜO mesajı almıştı ve gereğini yapmak için çalışmalarını yürütmüştü.” Oyunun seyircili genel provasında gördüğüm kadarıyla reji grubu bir önceki versiyonda sarkan ya da oturmayan birçok bölüme yeni ve yeterli çözümler üretmeyi başarmıştı. Tabii ki oyunun genelinde müdahale edilebilecek ve oyunun ritmine zarar veren kimi bölümler göze çarpmaktaydı. Gerçi bu değerlendirmeyi bir de şu gerçekliğin ışında okumak gerekir: Her BÜO üyesinin bileceği gibi söz konusu olan “İş Ararım İş” olduğunda sonuçta her zaman daha iyisini yapmak mümkündür.

Bu yılki versiyonun sınıfı geçmesini sağlayan bir diğer olgu bence BÜO’lu öğrencilerin Aziz Nesin’i unutmamaları ve oyunu sel felaketinde zarar gören Nesin Vakfı yararına oynamak için gerekli girişimi yapmalarıydı. Oyun 9 Kasım Pazartesi günü saat 18.30’da İTÜ maslak Kampüsü KSB Oditoryumu’nda oynayacak ve oyunun gelirleri Nesin Vakfı’na bağışlanacak. Bu gösteriyi kaçıranlar 12 Kasım Perşembe günü 18:00’de Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü Öğrenci Faaliyetleri Binası, Demir Demirgil Salonu’nda izleyebilirler.