7 Nisan 2014 Pazartesi

“Lorca’nın Acıklı Güldürüsü” ve Yeni Didaktik Tiyatro Üzerine


Tiyatro Boğaziçi son dönemde “gençlik oyunları” başlığı altında bir dizi prodüksiyon üretmiş durumda: “Moliere Efendi”, “Selam Sana Shakespeare”,  “Musahipzade ile Temaşa” ve son olarak da “Lorca’nın Acıklı Güldürüsü”. Söz konusu prodüksiyonlar iki açıdan önem taşıyor: Öncelikle Türkiye’de adına en az teatral üretim yapılan özel bir yaş grubuna dönük oyunlar yazılıyor ve literatürde önemli bir eksiklik olarak görünen “gençlik tiyatrosu” alanına katkı sunuluyor; bununla birlikte Türkiye’de eğitim sisteminin görmezden geldiği önemli tiyatro insanlarının hayatları ve eserlerini anlatan oyunlar yapılarak ülkemizin tiyatro kültürüne önemli bir zenginlik katılıyor. Bu oyunlar her ne kadar tiyatro tarihini anlatan “teatral bir dersmiş gibi” sunulsa da öğrenme/öğretme süreçlerini estetik bir düzleme taşımaları bağlamında özel olarak ele alınmaları gereken yapımlar olarak ön plana çıkıyorlar.

Bir süre önce bu konuda bir tartışma açmayı denemiş ve tweeter üzerinden #yenididaktiktiyatro başlığıyla bir manifesto yayınlamayı denemiştik. Kısa bir süre önce bu hashtagi kontrol ettiğimde kaybolmuş olduğunu gördüm. O yüzden, farklı günlerde atılmış tweetlerde yer alan tezleri derli toplu olarak yeniden gözden geçirebilmek amacıyla buraya da alıyorum:

1.Tiyatroda yeni didaktiklik üzerine düşünme zamanı geldi. Öğreti oyunları geleneği feda edilmemeli.

2. Yeni didaktik tiyatro (YDT) tiyatronun kökeninde yatan bir ihtiyaçtan yola çıkmalı: öğrenmenin estetik bir hazza dönüşmesi.

3. Geçmişte “didaktik tiyatro” iktidar ilişkileri yaratmakla itham edildi: Bilenler bilmeyenlere öğretsin.

4. Aristo vatandaş olmayı, Kilise mümin olmayı, Hegel özne olmayı, Brecht muhalif olmayı tiyatrodan öğrenmemizi istedi.

5. Yeni didaktik tiyatro gelin burada öğrenin demiyor. Farklı öğrenme süreçlerini estetik bir düzlemde buluşturalım diyor.

6. Bu süreçte sanatçılar estetik zemini kurmakla yükümlüdür. Gerisi orada bulunanlara kalmış.
7. Yeni didaktik tiyatronun paylaşımcı estetiği yüksek sanat yapıtı üretmekle ilgilenmez. Yaşasın sade işlevsellik!

8. Tasarım basit ve sıradan olmalı, izleyenler çıkıp dekorların yerini değiştirebilecekleri hissine kapılabilmeli.

9. YDT büyük ve net sınırlara sahip olanlardan ziyade küçük ve sınırları geçişken mekânları tercih etmeli.
10. Yeni didaktik bir oyunda herkes bir şeyler öğrenir/öğretir: yazar(lar), yönetmen(ler), oyuncular, seyirciler.

11. Yeni didaktik bir oyunun yazar(lar)ı bir(er) oto-didakttır(lar). Yazarken önce kendisi/kendileri öğrenir(ler).

12.Yazar(lar) öğrendiklerini yazınsal estetik kodlara dönüştürerek diğerleriyle paylaşır(lar).
13. Yazar(lar) bir(er) tanrı değildir(ler). Yönetmen(ler)den, oyunculardan ve seyircilerden öğrenecekleri vardır.

14. Yönetmen(ler) sahnelenme bilgisine sahip kişi(ler)dir. Yazsınsal kodları sahnesel olana dönüştürür(ler).

15.Yönetmen(ler) yazar(lar)dan öğrendiğini dönüştürerek diğerlerine öğretir. Ama aynı zamanda öğrenmeye hazır olmalıdır.

16. Oyuncular beden ve ruhla öğrenirler. Yazar(lar) ve yönetmen(ler)in öğrettiklerini dönüştürerek içselleştirirler.

17. Yazar, yönetmen ve oyuncu tiyatrodaki birer soyutlamadan ibarettirler. Bu işbölümü geçişken ve esnek olmalıdır.

18. Yazarlık, yönetmenlik, oyunculuk işlevlerinin tümü aynı kişice ya da kolektif olarak tüm grupça üstlenilebilir.

19. Nasıl örgütlenirse örgütlensin tüm topluluklarda yeni didaktik bir oyun üretilirken farklı düzeylerde öğrenilir.

20. YDT'da gösteri farklı düzeylerde öğrenilmiş olanın estetik bir sunumudur. Seyirci karşısında yeni bir şey öğrenilir.

21. Sunulmak istenen YDT örneği bir oyunsa, sunumu mutlaka bir paylaşım ve söyleşi izlemelidir.

22. Seyirci ile söyleşme oyun anında ve oyunun içinde de gerçekleşebilir. Ama YDT'nin zorunlu bir kuralı değildir.

23. YDT farklı öğrenme pratiklerinin estetik alanda paylaşımıysa değerlendirme estetik araçlar üzerinden yapılmalıdır.

24. YDT'da öğretilenin hangi estetik araçlarla ve nasıl sunulduğu öğretinin kendisi kadar önemlidir.

Aslında tüm bu düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olan pratik geçtiğimiz yıl Tiyatro Boğaziçi ve Berberyan Kumpanyası’nın ortaklaşa düzenlediği bir etkinlik için üretilmiş kısa bir oyundu: Muhsin ve Vahram. Oyunu üreten kadroda yer alan çoğu insan yıllardır pek çok yerde tiyatro eğitimi vermiş, konuşmalar yapmış, seminerler düzenlemiş kişilerdi. Ama bu kez tiyatro üzerine verilecek bir seminerin teatral araçlarla sunulması gibi bir deneme içerisine girişmiştik. Yaptığımız çalışma sonuç olarak Osmanlı ve Türkiye tiyatrosu tarihine dair bazı çok az bilinen/hatırlanan bilgileri katılımcılara iletecek ama bunu yaparken de estetik araçlar yoluyla sanatsal bir haz duygusu yaratmaya çalışacaktı. Bu süreçte bilinçli ya da sezgisel yollarla keşfetmeye başladığımız yöntemi tanımlamaya başlayınca yukarıda tweeter mesajları ortaya çıkmış oldu.

Ben Tiyatro Boğaziçi’nin gençlik projelerinin de bu anlayışa çok yakın düştükleri kanaatindeyim. O yüzden bu oyunları daha çok bu perspektiften ele alarak analiz etmeyi deneyeceğim. 

***

Tiyatro Boğaziçi’nin gençlik projeleri teatral birer ders olarak tasarlandı. Oyunları üreten kadroyu oluşturan arkadaşlar en baştan bu oyunların okullarda, öğrencilere sergileneceğini öngörerek hareket ettiler. Bu yüzden dar kadrolu, kolay taşınabilir ve kısa oyunlar üretmeyi tercih ettiler. Benzer gerekçelerle enerjik, yüksek ritimli ve eğlendiricilik dozajı yüksek bir üslup kullanmayı tercih ettiler. Kadro, bazı küçük değişiklikler olsa da aşağı yukarı aynı kişilerden oluşuyordu. Her oyunda oyunun ruhuna uygun merkezi bir tema etrafında didaktik bir çevre oluşturuluyor ve ele alınan yazarın eserlerini tanıtmaya dönük bir kolaj eşliğinde sunuluyordu. Moliere’de merkezi tema panayır yeri ve Avrupa halk tiyatrosu; Shakespeare’de tüm toplumsal sınıfların bir arada kamusal alanda buluştuğu Globe Tiyatrosu; Musahipzade’de ise geleneksel Osmanlı gösteri sanatları ve onların içeriğini oluşturan etnografik malzemeydi. Benzer biçimde yakın zamanda izleme fırsatı bulduğum “Lorca’nın Acıklı Güldürüsü”nde ise merkez tema “kukla tiyatrosu” idi. Kukla tiyatrosunun grotesk, abartılı, stilize havası artık bu üslupta iyice rahatlamış olan oyuncuların eğlendirici mizaçlarıyla çok iyi kaynaşmıştı. Tıpkı Lorca’nın oyunları gibi 7’den 77’ye zaman zaman herkesi eğlendiren, harekete geçiren, zaman zamansa hüzünlendiren, duygulandıran yoğun bir çekirdek hâkim olmuştu oyuna.

Kişisel görüşüm bu kez didaktik örüntünün diğer oyunlara oranla merkez temanın etrafını çok daha ustalıklı çevrelediği yolunda. Aslında bu “eğlendirirken ağlatan, hüzünlendirirken düşündüren kukla oyunu” etrafına örülmüş bilgilendirici kısımlar bir arada ele alındığında bir İspanya iç savaş tarihi aktarıldığı görülecektir. Benzer biçimde, “Moliere Efendi” de 14. Louise Fransa’sı, “Selam Sana Shakespeare” de Elizabethyen İngiltere, “Musahipzade ile Temaşa”da ise Meşrutiyet dönemi Osmanlı’sının tarihi aktarıldığı açıktır. Diğer bir deyişle tüm bu oyunlarda estetik araçlarla aktarılan estetiğin tarihine, didaktik olarak eşlik eden bir “siyasi ve sosyal tarih anlatısı” mevcuttu. Ancak Lorca’nın “didadaktikliği”ni daha “başarılı” kılan, söz konusu merkezle didaktik çevre arasındaki geçişkenliğin çok daha organik biçimde kurulabilmiş olmasıydı. Diğer bir deyişle merkez çevreye doğru taşmıştı ve zaman zaman sınırlar iyice belirsizleşiyordu. Bu başarının arka planında, eğitici gençlik oyunları üretmek üzere bir araştırma çalışmasına girmiş bir grubun istikrarlı çalışmasının yattığı görüşündeyim.

Bu bağlamda Lorca'nın hayatı ve eserlerini anlatan bu oyunun Lorca'nın kendi eserlerinden çok daha politik olduğu yolundaki bir seyirci gözleminden yola çıkarak üçüncü bir noktayı daha tartışmaya açabiliriz. Yukarıda kurduğumuz tartışma modelini dikkate alırsak, bu tespitte merkez olarak tarif ettiğimiz Lorca'nın oyunlarından damıtılan estetik tercihlerin, onu çevreleyen didaktik yaklaşım tarafından belirlendiği mi ileri sürülmektedir? Öncelikle politiklik meselesine bir açıklık getirelim. Lorca'nın oyunları, Kesting'in Bercht oyunları için kullandığı bir tabirle bize bütünlüklü "bir dünya tablosu" sunmaz, böyle bir niyeti de yoktur zaten. Lorca'nın oyunları mikro-politik bir düzeyden (köy, kasaba, aile, hane içindeki ilişkiler) yola çıkarak makro-politik düzey (ülke ve dünya) üzerine söz söylemeye çalışır. Oyunlarında mikro-politik düzlemdeki eşitsizlik ve tahakküm açıkça sergilenir ama Lorca'yı asıl ilgilendiren bunun toplum nezdinde nasıl meşrulaştırıldığıdır. Ve bu noktada onun oyunlarında karşımıza gelenek, töre, kitlenin ahlakı ve din olguları çıkarılır. Bu anlamda Brecht'in büyük oyunlarında sahnedeki karakterlerin yaşadığı çatışmalar aracılığıyla izleyicinin ideolojik tercihlerini tartışmaya açma yolundaki çabasına benzer şekilde, Lorca da varolan sosyo-ekonomik ilişkilerin geniş bir panaromasını sunmak yerine "üstyapı" olarak adlandırabileceğimiz muhafazakar ideolojinin açmazlarını mercek altına almayı amaçlar. Geleneksel değerlerin bireyler üzerinde kurduğu tahakküm ilk oyunlarda komedya türü aracılığıyla alaya alınarak eleştirilirken, sonraki oyunlarda trajik olanın keşfiyle tahakkümün en temel toplumsal ve insani değerler üzerindeki yıkıcı ve yozlaştırıcı etkisi vurgu kazanmaya başlar. Bu, yaklaşmakta olan faşist rejime yönelik açık bir başkaldırıdır. Lorca oyunlarını politik kılan ve kişi olarak onu faşist Franko rejimi için bir hedef haline getiren en temel neden de budur.

Peki Lorca Oyunları'nda halihazırda varolan bu politik öz, Tiyatro Boğaziçi'nin oyununda didaktik olan tarafından manipüle mi ediliyordu? Ben tam tersine, dörtlemenin tümü söz konusu olduğunda bu oyunda, didaktik tutumun araştırma nesnesi olarak seçilen yazar ve oyunları üzerindeki etkisinin en aza indirgendiği hissine kapıldım. Oyunun öğrenme süreçlerinin estetik sunum ve alımlama ilişkilerine dönüştürülmesi açısından ve öğrenme/öğretme süreçlerinin organikliği açısından oldukça başarılı bir örnek olduğunu düşünüyorum "Lorca'nın Acıklı Güldürüsü"nün. Bir yazarı sadece onunla ilk kez tanışanlara öğretmeyen, aynı zamanda yazar hakkında belli bir ön bilgiye sahip olanların da bakışını değiştirmeye aday olan güçlü bir "yeni didaktik tiyatro" örneği.

Kişisel görüşüm Tiyatro Boğaziçi içerisinde gençlik tiyatrosu üzerine uzmanlaşmaya çalışan bu grubun artık deneyimlerini benzer gruplarla paylaşmak için işin kuramsal boyutuna da eğilmelerinin ve arşivleme çalışmasına ağırlık vermelerinin zamanının geldiği yolunda. Bu sayede uzun süre emek harcanan bir alana dair önemli bir birikimin uçup gitmesinin önüne geçilmiş olacak.