19 Ocak 2013 Cumartesi

Bir 19 Ocak Yazısı


6 yıl önce günlük koşuşturmalarımız içerisinde bir an için durduk,  Hrant Dink’in öldürüldüğü haberini aldık. Herhalde pek çok farklı insan pek çok farklı tepkiyle karşıladı bu haberi. Habere,  ilk duyulduğu anda verilen tepkiler hangi biçimde olursa olsun, bu cinayetin asıl etkisi zaman içerisinde açığa çıktı. Önce vicdanların yaralanmasıyla iyice kabaran bir öfke, ardından binlerce kişiyi sokağa döken bir enerji dalgası açığa çıktı. Ve o günden bu güne kadar da o öfke ve enerji dinmeden varlığını sürdürmekte. Bugün Agos’un önünde buluşacak binler bunun en somut göstergesi olacaktır şüphesiz.

Hrant Dink’in öldürülüşü ardından yapılan anma gecelerinden birisinde konuşan Amerikalı bir konuk onun ölümünü, Amerika’da sivil haklar konusunda verdiği mücadele nedeniyle benzer bir suikasta kurban giden Martin Luther King’inkine benzetmişti ve bu ölümün katillerinin dileğinin aksine sivil haklar hareketini güçlendirdiğini hatırlatmıştı. Aslına bakılırsa kendini bir dava uğruna korkusuzca feda etme kültürü ne yazık ki üzerinde yaşadığımız toprakların siyasi ve sosyal yapısının önemli bir bileşeni olmaya devam ediyor. İma ettiği siyasi anlamlar nedeniyle “şehit” sözcüğünü kullanmaktan çekiniyorum ve onun yerine “martirlik” sıfatını kullanmayı tercih ediyorum.  İslami “şehitliğin” bizdeki milliyetçi versiyonu ölümü bir mertebe, yükselenecek bir “yüce mevki” olarak görür ve adeta kutsar. Oysa Hrant Dink bir “martirdir”, inancı nedeniyle göz göre göre gittiği kaçınılmaz ölümü büyük bir acı ve ıstırabı da beraberinde getirmiştir. Onun kendini feda eyleminin şok yaratan etkisi biraz da bundan kaynaklanır. Hrant Dink hayatta olduğu süre boyunca konuşarak, yazarak, durarak hatta bakarak insanları sürekli bir vicdan hesaplaşmasına davet etmiş bir kişilikti. Her zaman bir yürek olarak var olduğunu hissettirirdi. O kendisini bir güvercine de benzetse aslında mangal gibi bir yürekti. Çoğumuz onun giriştiği eylemlerin yükünü sırtlanmaya cesaret edemezdik. İşte bu yürek, yürekleri dağlayan bir ölümle aramızdan ayrılınca insanların vicdanı içlerine sığamayıp, bardaktan boşanırcasına değil, dağlardan kopup gelircesine doldu doldu taştı içlerinden. Hrant Dink’in öldürülüşünün göz göre göre gerçekleştirilmesine dur diyememe hali, vicdanı olan herkesi harekete geçirdi. Türkiye kendi geçmişiyle ve bugünüyle hesaplaşma yolunda on yıl öncesine oranla bir nebze ilerdeyse bunu kısmen de olsa son beş yılda verilen farklı mücadelelere borçlu.

Biz bir grup BGST’li arkadaş da gönüllü olarak bu güçlü akıntının peşinden sürüklenerek ve dönüp önce kendimize, ardından etrafımıza, şimdimize ve geçmişimize yeniden bakma ihtiyacı hissederek bir çalışma grubu oluşturduk. Adı “Tiyatroda Kültürel Çoğulculuk Çalışma Grubu”ydu. Cengiz Aktar Taraf’ta yayınlanan dünkü yazısında Hrant Dink’in bizler açısından taşıdığı anlamı şu sözlerle özetliyordu: “[Hrant] Türkiye’nin hafıza çalıştırıcısıydı. Son 10-15 yılın hafıza çalışmalarının ardındaki temel dinamik, memleketin, bir zamanlar, Ermeni ve genel anlamda gayrımüslim vatandaşlarının da olduğu bilincine vakıf olmasıdır. (…) Türkiye sadece Türklerin değildi, bugün de değil. Bu anlamda Hrant Dink Ermenilik halini hatırlatırken, bize bizi hatırlatıyordu.”

İşte bizim çalışma grubumuz da benzer bir farkındalık yaşayan kişilerden kuruluydu: Geçmişte çevremizde farklı dillerde tiyatro yapan topluluklardan belki sadece Kürtlerle temas halinde olmuştuk. Oysa çok farklı dillerde, Ermenice, Rumca, Lazca, Abhazca, Ladino, Arapça dillerinde yürütülen birçok tiyatro faaliyetinden ancak bu çalışmalar sonrasında haberdar olabildik. Yeni birçok tiyatro insanıyla tanışma fırsatı elde ettik ve onlardan çok fazla şey öğrendik. Ermeni tiyatrocularla beraber Osmanlı ve Türkiye tiyatrosunun tarihine alternatif bir bakış geliştirmeye yönelik çalışmalar yaptık. Çeşitli kitaplar yayınladık. Farklı kesimlerden insanlarla bir araya gelmek için etkinlikler düzenledik. Sonuçta ne oldu? Sadece daha da zenginleştiğimizi hissettik. Tüm bu zenginliği keşfetmek için bir “martir”in çıkmasını mı beklemeliydik? Keşke öyle olmasaydı. Keşke harekete geçmek için vicdanlarımızı gerçekten kanatacak bir kaybı yaşamak durumunda kalmasaydık. Ama şimdi önemli olan şu: Hangi alanda çalışıyor olursak olalım, hala yapılacak çok şey olduğunu hatırlamalıyız. Hrant Dink iki yüz yıldır üzerimize çöken karanlık bir bulutu dağıtmak için, bir beyefendiye ait beyaz pamuk eldivenleriyle havaya iki yumruk savurmuştu. Biz bunu yüz binlere çıkarma şansına hala sahibiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder