Agos Gazetesi'nde yayınlanmıştır
“Bir yıldız kaydı… Bir çınar devrildi… Böyle derler sanat, kültür dünyası bir değer yitirdiğinde. Katılmam bu sözlere; karanlık kalır yıldızın yeri, için için çürüdüğünden devrilir çınar. Oysa sonsuza dek yaşar yapıtları dünyaya veda etse de sanatkâr”[1]
Zaman zaman tiyatro dünyamızın önemli isimlerinden birisi çıkıp, “Türkiye’de maalesef yeni oyun yazarı yetişmiyor” ya da “tiyatromuzda kadın yazarlara ve güçlü kadın karakterlere ihtiyaç duyuyoruz” türünden beylik laflar etmeye başlar. Benim oldukça samimiyetsiz bulduğum bir tavırdır bu. Çünkü bu sözleri kullanan kişiler çoğunlukla ödenekli ya da özel bir tiyatroda hatırı sayılır pozisyonları doldurmaktadırlar ve bu durumun müsebbipleri arasında olduklarının farkında değilmiş gibi görünürler. Geçtiğimiz ay kaybettiğimiz oyun yazarı, şair ve araştırmacı Beki L. Bahar’ın oyunlarının yıllarca devlet ve şehir tiyatroları repertuvar kurullarında nasıl bekletildiğini bildiğim için bu konudaki fikirlerimi çok açıkça dile getirebiliyorum.
1926 yılında İstanbul’da dünyaya gelen, çocukluk ve gençlik yıllarını Ankara’da geçiren Beki L. Bahar edebiyat alanındaki ilk eserlerini 1950’li yılların sonundan itibaren Haftanın Sesi, Varlık Yeni Şiirler Antolojisi, Şalom Gazetesi, Çağdaş, Eflatun, Tiryaki, Konya, Çağrı ve Göztepe dergilerinde yayınlanmaya başladı. İlk oyunu olan Alabora 1970 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu repertuarına alındı ve çeşitli sezonlarda seyirci ile buluştu. Ama bu noktadan sonra adeta sihirli bir el Beki Bahar’ın oyunlarının izleyici ile buluşmasını engellemeye başladı. Özellikle tarihteki önemli kadın figürlerden yola çıkarak yazılan iki oyunu, Hitit Kraliçesi Pudu Hepa’nın hayatından esinlenilerek yazılmış olan Ölümsüz Kullar ve İstanbul Seferad toplumunun tanınmış tarihi kişiliklerinden birisi olan Grasya Nasi’nin hayatından yola çıkan Senyora yıllarca devlet ve şehir tiyatrolarının repertuvar kurullarında bekletildiler ama asla sahnelere taşınamadılar. Üstelik yazara konuyla ilgili tek bir açıklama yapılmadı. Zamanla bu durumu kabullenmek zorunda kalan yazar 1980 yılı sonrasında geri döndüğü İstanbul’da daha çok Yahudi Dernekleri ile işbirliği içerisinde cemaate dönük oyunlar yazmayı tercih etti. İkiyüzbininci Gece bu oyunlar içerisinde en tanınanı ve belki de en çok sahneye taşınanlarından birisidir –ne yazık ki bu oyunların birçoğu yayınlanmamıştır. Sonuçta Yahudi bir kadın oyun yazarı olarak içinde bulunduğu tiyatro sistemi Beki L. Bahar’a, dolaylı bir biçimde de olsa “ait olduğu yerin” kendi cemaatinin tiyatrosu olduğunu net bir biçimde göstermiş oluyordu.
Oysa Beki L. Bahar Türkçe tiyatro edebiyatında önemli bir yere sahip olan tarihsel oyun yazımı geleneğine yazdığı oyunlarla farklı bir katkı sunmayı amaçlamıştı. Oldukça erkek egemen bir niteliğe sahip olan oyun yazarlığı bölgesinde sahneye “hain, fitne fücur, iktidar ve haz düşkünü” olarak çıkarılıp devlet yıkıcı nitelikleri nedeniyle lanetlenen Hürrem ya da Kösem gibi kadınların yerine, tarihin akışına yön verecek güce sahip güçlü kadın figürleri koymaya çalışmıştı. Tarihe evrensel bir bakış açısından bakmaktan yoksun ulus/din-merkezci bir eğilimin yerine Anadolu’yu bir uygarlık yatağı olarak gören, bu toprakların kültürel ve tarihsel zenginliğine gönderme yapan bir teatral anlayışa hayat vermek istemişti. İdarecileri, yöneticileri, repertuar kurulları erkeklerce ele geçirilmiş tüm tiyatro kurumlarında engin birikimiyle var olan bir kadın oyun yazarı olmak istemişti. Ama tiyatro dünyamız ona sadece kendi cemaati içinde tiyatro yapmayı uygun gördü ve geniş kesimlerle buluşmasına asla izin vermedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder