27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde Mimesis Çeviri Araştırma Dergisi ve Tiyatro Araştırma Laboratuvarı, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz önemli tiyatro adamımız Beklan Algan anısına bir etkinlik düzenledi. “Türkiye Tiyatrosu’nda Beklan Algan Vizyonu” başlıklı bu etkinlikte Türkiye tiyatrosuna çeşitli biçimlerde katkı sunmuş ve farklı dönemlerde Beklan Algan’ın çalışma arkadaşı –öğrencisi değil çünkü Beklan Hoca için çalıştığı herkes öncelikle çalışma arkadaşıydı- olmuş önemli isimler söz aldılar. Tüm konuşmacıların açık yüreklilikle ortaya koyduğu gibi Beklan Algan elli yılı aşkın süreye yayılan sanat hayatı boyunca adeta bir sanat büyücüsü gibi çok farklı alanlara girip çıkmış ve mütevazi bir üslup içerisinde mucizevi dokunuşlar yapmış kendi şahsına münhasır bir kişilikti. Dolayısıyla onun kaybını telafi etmek hiç de kolay olmayacak.
Elbette etkinlik boyunca Beklan Algan’ın çok farklı özelliklerine göndermeler yapıldı: Onun Muhsin Ertuğrul ile olan ilişkisine, tiyatroyu tek bir pencereden görmeyen muazzam geniş bakış açsısına, evrenseli yakalarken yerelle kurduğu ilişkiye, gençlere verdiği değere vs… Ancak son dönemde tiyatro alanında yürütülmekte olan örgütlenme tartışması açısından mutlaka farkında olunması gereken bir özelliği bir hayli önplana çıktı: Muhsin Ertuğrul’un öğrencisi olmaktan da gelen bir alışkanlıkla Türkiye tiyatrosunu bir bütün olarak algılama ve her parçasıyla bu genel bakış açısının ışığında ilişkilenme. Beklan Algan vizyonunun en vazgeçilmez unsuru bu kapsayıcılıktır şüphesiz.
Geride bıraktığımız son iki yıl içerisinde Türkiye tiyatrosu yukarıda sözünü ettiğimiz bu vizyonun artık olmayışının sıkıntısını ciddi biçimde hisetti. Oysa Urla’da yaşanan Türkiye Tiyatrolar Birliği (TTB) Buluşması ve onun ardından gerçekleşen kurultaylar sırasında TTB ciddi biçimde bu konuya yoğunlaşmış ve Türkiye tiyatrosunun en temel sorunlarından birisinin farklı alanların birleştirici bir vizyonla biraraya gelememesi olduğunun altını çizmeye önem vermişti. Ancak süreç, TTB’nin kendisinin bile, kendi içinde, artık kronikleşmiş durumdaki bu yarılmayı üretmeye devam etmekten kurtulamadığını göstermiştir. Çünkü Beklan Algan’ın o geniş tiyatro birikimine rağmen tiyatroya yeni başlayan insanlarla kurduğu kompleksiz ilişkinin ve kendisini çok geniş bir tiyatro evrenine ait hissederek yapılan her yeni işle özdeşleşme yolunda gösterdiği inanılmaz büyük becerinin yerini, günümüzün en temel eğilimlerinden birisi olan narsistik egosentirizmin alması engellenememiştir.
Oysa kurucu bir özne olmak, öncelikle kendinize mesafeli bakmanızı ve kendinizi varolan sistem içerisinde işlevsel bir noktaya yerleştirmenizi gerektirir. Ancak bu şekilde kendinizi doğru işleyen bir yapının içinde gerçekten gerekli olduğu biçimde konumlandırabilirsiniz. Narsist birey ise, tam tersine, tüm sistemi kendi etrafında inşa etmeyi tercih eder. Örneğin TTB içerisinde etkin bir söyleme sahip bir profesyonel, Avrupa’da amatörlerin yerel yönetimlerce “aşırı biçimde” desteklenmesini, sistem tarafından yeterince desteklenmeyen profesyonellerin tekerine neoliberal politikalarca sokulmuş bir çomak olarak görebilmekteydi. Onun görüşüne göre “bu işten ekmek yiyen adamın” önceliği olmalıdır ya da daha açık ifade etmek gerekirse herkes haddini bilmelidir. Sonuçta amatör tiyatroyu profesyonel dünyanın kaynak sağladığı bir arka bahçe ya da bir seyirci deposu olarak gören “egosentirik profesyonelizm” diyebileceğimiz bir eğilimin somut bir örneği olarak görebileceğimiz bu söylem “tiyatro ölüyor, seyircimiz bizi terk ediyor” feryatlarının sahiplerine bu işten kimin sorumlu olduğunu göstermek açısından değer taşıyor.
Oysa Pazar günkü etkinlikte de ortaya konduğu gibi Beklan Algan vizyonu herşeyden önce bu narsisizme savaş açmak demektir. Beklan Algan’ın bıkıp usanmadan amatörlerin oyunlarını izlemeye ve bunca yıl tiyatro yaptıktan sonra bile hala yeni tiyatroya başlayan bir insanı tiyatro yapmaya iten motivasyonun kaynağını araştırmaya devam etmesi, iyi ya da kötü demeden tüm teatral üretimlere belli bir özdeşleşme ve heyecan ile yaklaşması bu vizyondan kaynaklanır. Amatör, profesyonel, okullu, alaylı, genç, yaşlı demeden tüm tiyatro insanlarımıza, kendi narsisistik sığ sularında boğulmak istemiyorlarsa Türkiye tiyatrosuna bütünlüklü ve evrensel bir algılayla yaklaşan büyük denizlere açılmaları gerektiğini söylerken bizler de bu vizyondan hareket etmek istiyoruz. Ön yargılardan uzak, paylaşmaya değer veren, kendini adeta bir tür teatral sufizmin etkisi altında tiyatroya adamış ve bu bağlamda “önce ben” demekten vazgeçmiş bilge bir toplumculuk… Belki de Beklan Algan vizyonu derken bunların tümü kastediliyor. Belki de Tiyatromuzu her seferinde Beckettvari bir yenilgiye yazgılı ünlü Sisyphus mitinin esiri olmaktan kurtaracak panzehir bu formülasyonda saklı. Beklan Hoca zaman zaman kaybetmesine rağmen aslında hiç yenilmeyen mucizevi bir adamdı. Onun misyonuna sahip çıkmaya aday olanların belki de her zaman hatırlaması gereken de bu olmalıdır bizce
31 Mart 2011 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder