İzmir Yenikapı Tiyatrosu 3 Mayıs Pazar günü İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde İATG (İstanbul Amatör Tiyatro Günleri) 2009 kapsamında iki oyun sergiledi: Birinicisi bir sokak oyunu olan “Palto”; ikincisi ise Melih Cevdat Anday’ın en bilinen ve şüphesiz en sık sergilenen klasikleşmiş oyunu “Mikado’nun Çöpleri”ydi. Aslında bu iki gösteriyi arka arkaya izlemek Yenikapı Tiyatrosu’nun üretim pratikleri hakkında daha kapsamlı bir görüş edinmemize olanak sağladı. Palto üzerine Uluç Esen’in bir değerlendirmesi yayınlanmış durumda, bu yazıda ise “Mikado’nun Çöpleri” üzerinde durmaya çalışacağız.
Anday “Mikado’nun Çöpleri”ni 1967 yılında yazmıştır. Bu yıllar II. Dünya Savaşı’nın bitiminde Avrupa oyun yazarlığında hâkim anlayış haline gelen “Absürd Tiyatro” etkisinin Türkiyeli oyun yazarları üzerinde güçlü bir etkiye sahip olduğu yıllardır. Oyun dikkatle incelendiğinde Absürd’ün temel niteliklerini başarılı biçimde harmanladığı görülür: iletişimin imkânsızlığı, yalnızlığın kaçınılmazlığı, anlamsız bir dünyada anlam üretme ihtiyacı, toplumsal mücadelelerin anlamsızlığı türünden temaların kullanımı; çizgisel seyir izleyen bir öykü akışı yerine sahnede aşamalı olarak “şiirsel bir imgenin” inşa edilmesi; varolan sistemin değer yargılarının sürekli altını boşaltan protest bir dramaturjiyle yıkılan anlamların yerine yenilerinin kurulmasını beyhude bulan nihilist bir dramaturjinin yanyanalığı.
Anday'ın oyunu, karlı bir akşam evine dönen bir adamın sokakta bekleyen çocuklu bir kadını evine almasıyla başlar. İlerleyen sahnelerde canlı mı yoksa taş mı olduğu hep şüpheli kalacak olan bebek içerideki odada uykuya yatırıldıktan sonra, ikili sabaha kadar sürecek, seyircilerin gerçek mi yalan mı olduğuna emin olamadığı hikâyelerin anlatıldığı bir diyaloga girişirler. Diyalog -topluluğun genel sanat yönetmeni Nazlı Masatçı'nın da belirttiği gibi- Mikado oyununa benzer bir akışa sahiptir: Üstteki çöpü almaya çalışırken alttakini hareket ettiren hakkını kaybeder sıra diğerine geçer. İzleyicilerden birisinin de oyun sonu söyleşisinde belirttiği gibi, bu oyun sırasında kadın sürekli mağdur olduğunu iddia eden melodramatik bir ruh haliyle, erkek ise öz yıkımı ve nihilizmi önplana çıkaran bir söylem içerisinden konuşur.
Sahne üzerinde kurulan “şiirsel imgenin” metaforlarını çözmek amacıyla Ayşegül Yüksel'in çözümlemelerinden yararlanan ve derinlikli bir ön çalışma yapmayı hedefleyen topluluk, oyunun orijinal metnine büyük oranda bağlı kalmayı tercih etmişti. Hatta oyuncular da, daha çok seyircinin diyalogları dinlemesini ve metnin edebi zenginliğini keşfetmesini kışkırtacak sadelikte bir üslupta oynamayı tercih etmişlerdi. Oyuna sadece ikilinin gece karanlığında ilk karşılaştıkları anı gösteren müzikli bir giriş ve yazarın tercihlerinden ayrışan ve daha çok grubun tercihlerini sahneye taşımayı amaçlayan yine müzikli-danslı bir final eklemekle yetinmişlerdi.
İATP (İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu) içerisinde geçmiş yıllarda da Absürd Tiyatro'nun protest yönünü sahiplenen ama nihilist yönünden kurtulmakta zorlanan çeşitli prodüksiyonlar izlemiştik. Bu tür oyunlar sonrasında yürütülen tartışmalarında grupların metinle giriştiği mücadelede kendi yorumunu ne oranda ortaya koyabildiği, yazara ne oranda teslim olduğu hep tartışma konusu olagelmiştir. Yenikapı’nın prodüksiyonunu izledikten sonra da benzer bir tartışma yürütmek durumunda kaldık. Mikado’dan birkaç saat önce “Palto” ile seyircileri daha yaşanılası bir dünya düşüne inanmaya davet eden bir tiyatro topluluğu, bu kez sokakta değil çerçeve bir sahnede ve farklı bir tiyatral üslup içerisinde aynı çağrıya gönderme yapabilmeyi başarabilmiş miydi? Aslında oyun sonrasında yürütülen tartışmada söz alan birkaç seyircinin değerlendirmeleri finale eklenen son oyunun bu sonuca ulaşmak için yeterli etkiyi yapmadığı yolundaydı.
Grubun yaptığı değerlendirmeler metni ele alırken ona fazlasıyla saygılı –ki metnin zengin edebi niteliklerinin doğal bir sonucu bu- ve özdeşleşmeci bir yönelimle yaklaşıldığını ima eder nitelikteydi. Oysa Brechtyen bir yönelim oyuncudan ve yönetmenden metne mesafeli yaklaşmalarını ve jestleri politik bir bakış açısıyla ele alarak kendi yorumlarını ortaya koymalarını ister. Kanımızca izlediğimiz oyunda bu tavır çok fazla belirginleşmemekteydi.
Ancak sonuçta Yenikapı Tiyatrosu oyuncularının 3 Mayıs günü İstanbul’da yaşadıkları da düşünülürse, tüm olumsuzluklara rağmen sahne üzerinde gösterdikleri konsantrasyon ve üç saati bulan bir oyun içerisinde sarf ettikleri enerji taktire şayandı. Ayrıca yukarıda kısaca bahsettiğimiz sahne üzerine odaklı, iç aksiyona dayalı sade oyunculuk üslubu içerisinde de belli bir başarı gösterdikleri rahatlıkla söylenebilir. Oyunun bir ay gibi kısa bir sürede çıkarıldığı da düşünülürse repertuvarda kaldıkça ve daha fazla oynandıkça oyuncuların ortaya koyduğu aksiyon çizgisinin gelişmeye ve zenginleşmeye de devam edeceğini beklemek yanlış olmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder