Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu (EÜTT), ATÇ tarafından yeniden düzenlenmeye başladığı tarihten itibaren İATG’ye düzenli olarak katılan ve önce ATÇ, daha sonra İATP gruplarıyla düzenli olarak ilişkilenen nadir gruplardan birisidir. Aynı şekilde İstanbul’daki İATP grupları da düzenli biçimde Ege Üniversitesi’nde düzenlenen tiyatro şenliğine katıldıklarından bu uzun soluklu temas yıllar içerisinde oldukça verimli sonuçlar doğurmuştur. Son yıllarda EÜTT oldukça ciddi bir girişim başlatarak kendi mezunlar tiyatrosunu (Ege Sanat Atölyesi-ESA) oluşturmaya başladı. Üniversite kökenli grupların öğrencilik sonrasında, değişen hayat koşullarına uygun yeni bir yapılanma oluşturması oldukça iddialı ve bir o kadar da zorlu bir süreçtir; ama yıllar içerisinde oluşturulan birikimin kaybedilmemesi ve daha da ötesi, alternatif bir okullaşma pratiğinin hayata geçirilebilmesi için bunun gerçekleştirilmesinin hayati önemi vardır. Gelinen son noktada EÜTT ve ESA’nın bu konuda önemli bir adım attıkları ve alternatif okullaşma yolunda istikrarlı biçimde ilerleme kararlılığını gösterdikleri söylenebilir. Bunun en önemli ayaklarından birisi mezunların, EÜTT ile kurduğu danışmanlık ilişkisidir. On seneyi aşkın deneyime sahip bireylerden oluşan ESA’nın kulübün yeni üyelerine dönük bir eğitim desteğini sağlayabilmesi hem üniversite içerisinde yürütülmekte olan tiyatro faaliyetinin niteliğini arttıracak, hem de ileride ESA’ya katılması mümkün genç kuşağın daha donanımlı hale gelmesinde önemli rol oynayacaktır. Diğer bir olumlu nokta İzmir seyircisiyle düzenli biçimde buluşan ve tiyatro faaliyetini sürekli kılan bir repertuar anlayışının hayat geçirilmiş olmasıdır. Öğrendiğimiz kadarıyla bu oyunlar belli bir seyirci ilgisiyle de karşılanmaktadır. Çok daha önemli diğer bir nokta, ESA’nın kendi üretimini devamlı kılmak için ihtiyaç duyduğu alt yapı olanaklarını oluşturma konusunda attığı adımlardır. Tüm bunlar önemli kazanımlardır ve Ege Üniversitesi’nde ortaya çıkan alternatif okullaşma girişiminin uzun soluklu olması açısından umut verici gelişmelerdir.
Bununla birlikte yine grupla yaptığımız söyleşilerde, artık yaşam döngüleri değişen ve çalışmak zorunda olduklarından üniversite kampusunun birleştirici koşullarından mahrum kalan bireylerle tiyatro yapmanın koşullarını aramanın ESA’yı zorlamakta olduğu sıkça söylendi. Kanımızca topluluk, bir dönem Tiyatro Boğaziçi’nde de yaşanan bir soruna benzer biçimde, mezuniyet sonrasında da öğrenci koşullarına uygun çalışma biçimlerini sürdürme ısrarından kaynaklı bir çelişki içerisine düşmekte. Grubun son prodüksiyonu “Sekerat”ı da bu bağlamda bir değerlendirmeye tabi tutmak uygun olacaktır. Öncelikle şunu hatırlatmak gerekir ki EÜTT ve ESA geleneği kendisini inşa ederken her zaman deneyselliği ve avantgardizmi önemseme iddiasındadır. Bugüne kadar sergiledikleri her prodüksiyonda ele aldıkları metni, yeni bir yazarla tanışma ve onun sınırları içerisinde kendilerini yeniden keşfetme olanağı olarak görmeye eğilimli olmuşlar, Ionesco’dan Shakespeare’e, Brecht’ten Kambanellis’e kadar pek çok ismi gündemlerine almışlar, ama nihayetinde ağırlıklı olarak yazar tiyatrosu diyebileceğimiz bir tarzı benimsemişlerdir. Geçtiğimiz yıl ise ESA, ilk defa doğaçlamalardan yola çıkarak bir oyun yazma girişimi içerisine girmiş ve bu ilk deneyim için başarılı olarak görülebilecek bir metne imza atmıştı. Aslına bakılırsa bu yılki prodüksiyon da topluluğun sanatsal diline önemli katkı yapmaya aday bir kolektif oyunlaştırma projesi. Diğer bir deyişle ESA kendi özgün metinlerini üretmeye devam etme eğiliminde görünüyor.
“Sekerat”ın tiyatral eylem akışı, Borchert’in “Kapıların Dışında”sından hareketle “yeniden yazılmış” bir metne dayanıyor: Savaştan geri dönen bir asker arkada bıraktığı her şeyin bir yıkıma doğru gittiğini görerek kendisini bir nehre atar, nehir onu kabullenmez ve suyun altında kaldığı kısa süre içerisinde savaş dönüşü yaşadığı kısa bazı anlar gözünün önünden geçer. Bu anlar oldukça grotesk bir biçimde sunulan çeşitli figürlerle ilgilidir ve anlattıkları içerisinde ona hayatta kalma gücünü verecek tek bir an bile yoktur. Buna rağmen nehir yine de onu dışına atar ve ölmesine izin vermez. Alınan derin bir soluk ve yaşama devam etme zorunluluğu karakteri bilinmeyen bir geleceğe doğru sürükleyecektir. Grup oyunu sergilerken Borchert metnine uygun dışavurumcu bir üslubu tercih etmişti. Lokal aydınlatma altında, ağır makyaj kullanımını önplana çıkaran ve nihayetinde bir yıkım dünyasını betimleyen bu üslupta topluluğun oyunculuk açısından belli bir başarı yakaladığı rahatlıkla söylenebilir.
Ancak oyunun deneysel yapısı sadece yazılan metin ve sergilenen oyunculuk üslubundan kaynaklanmamaktaydı. Oyunun topluluk tarafından sunumunda da belirtildiği gibi bu bir “oyun-konser”di. Oyun yukarıda kısaca betimlediğimiz öykü; konser ise sahne üzerinde episotlar halinde akan eylem akışıyla yan yana duran ama ön oyun ve son oyun dışında onunla kesişmemeye özen gösteren bir müzikal performans bölümüydü. Öncelikle şu bilgiyi paylaşmak zorundayız: Oyun boyunca sahne üzerinde pop-rock tarzı müzikler icra eden orkestra, bir üyesi dışında daha önce seyirci önünde müzikal bir performans icra etmemiş oyunculardan kuruluydu; daha da ötesi tümü bu proje için aldıkları eğitim sayesinde seyirci karşısına çıkabilecek duruma gelmişlerdi. Diğer bir deyişle “Sekerat” ESA’ya bir rock orkestrası hediye etti ve grubun bir “gösteri sanatları topluluğu”na dönüşmesi için ilk adımın atılmasına hizmet etmiş oldu. Ancak gösteri bir bütün olarak ele alındığında müzik ve eylem arasındaki bu sınırları çok keskin iş bölümünün birçok seyircinin kafasında soru işaretleri oluşturduğunu gözlemledik. Tek sorun, her ne kadar kendi içlerinde tutarlı olsalar da, tiyatral eylemin ve müzikal icranın bir araya geldiklerinde sahne üzerinde bir eklektizm yaratmaları değildi; daha önemlisi, bu denli özerk biçimde konumlandırılmaları, her ikisinin çatışma/buluşmasında doğacak yeni bir dil yakalama şansını yok etmekteydi.
Ancak söyleşi ilerledikçe, grup üyelerinin de samimiyetle ortaya koydukları gibi bu tercihlerin biraz da prodüksiyonun üretim koşullarıyla ilişkili olduğu anlaşılmış oldu. Sonuçta ortada kolektif olarak yazılmış bir metin ve topluluk üyelerinden birisi tarafından üretilmiş partisyonlar var; oyuncular ve müzisyenler kendi çalışmalarını tamamladıktan sonra sahne üzerinde bir araya geliyorlar ve bunlar orada birleştiriliyor. Yukarıda “mezuniyet sonrası tiyatro yaparken öğrenci koşullarına uygun çalışmak” şeklinde bahsettiğimiz sorun tam da bununla ilgilidir. Yaşam koşulları birbirine çok yakın olan ve bir kampusun birleştirici ortamında çalışma yürüten bir topluluk zaten en başında oyuncu ve müzisyenleri ortak bir üretim pratiği içerisine sokacaktı. Oysa mezunlardan oluşan bir tiyatro topluluğunda ister istemez kompartımanlaşma eğilimi ön plana çıkmıştı. Gerçekte mezuniyet sonrası tiyatro konsepti içinde çalışan bir grup, bu tür iddialı bir projeye girerken çok daha uzun soluklu bir deneme yapmayı göze alabilmeli ve yeni bir dilin arayışı içerisinde avantgarde itkilerle hareket etmeyi becerebilmelidir. Bu yüzden oyun sonu yapılan söyleşide bu gösterinin henüz bir fikir aşamasında olduğunu ve grubun mutlaka üzerinde çalışmaya devam etmesi gerektiğini ifade etme olanağı bulduk. Ancak anladığımız kadarıyla önümüzdeki dönemde söz konusu önerinin hayat bulup bulmayacağını yine grubun üretim koşulları belirleyecek. Umarız ESA fikir olarak oldukça avantgarde nüveler taşıyan ve grubu anlatım olanaklarını ciddi biçimde geliştirmeye zorlayan bu projeyi öğrencilikten kalma “yeni bir sene, yeni bir prodüksiyon” mantığıyla bir kenara bırakmaz ve üzerinde çalışmaya devam eder. Böylece mezuniyet sonrası tiyatro konseptinin nitelikli yapıtlarından birisine imza atma şansını yakalayacaklarına eminiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder