16. Uluslararası İstanbul Festivali’nin ardından “Bağımsız Seyir” adlı oyun eleştiri bloguna yazdığım “Bir Molière Arkeolojisi Girişimi: Gelenek, Özne ve Toplumsal Eleştiri” başlıklı bir yazıda, bir Molière metnini analiz ederken üst üste binmiş ve dinamik bir etkileşim içinde örülmüş üç katmanın arkeolojisini yapmak durumunda olduğumuzu belirtmiştim: Rönesans Avrupası’nda hayat bulan komedi geleneği, bir özne olarak oyun yazarı-kumpanya patronu-oyuncu Molière ve yeni oluşmakta olan bir toplumsal sisteme dönük eleştirel dramaturji. Bu üç ayaktan herhangi birisini görmezden geldiğimizde bir Molière metnini taşımakta zorlanacağımızı düşündüğümü belirtmiştim. 23 Mayıs Cumartesi günü İATG 2009 kapsamında izlediğimiz, metni bir grup Tiyatro Boğaziçi üyesi tarafından oluşturulan, yazarın hayatı ve eserlerini “Molièresk” bir üslupla sahne üzerine taşımayı amaçlayan “Molière” adlı oyun, ortaya koyduğumuz bu yaklaşımı sahne üzerinde estetik biçimde haklılaştırmış oldu. Salonu dolduran seyircilerin pek çoğunun hem fikir olduğu üzere oldukça eğlenceli bir “arkeoloji girişimi” izlediğimizi belirtmeliyim.
Oyun Molière’i Molière yapan sosyo-kültürel ortamın canlı ve eğlenceli bir betimlemesini yapmakla kalmıyor, yazarın bu ortam tarafından nasıl şekillendirildiğine dair de net ipuçları veriyordu. Ve en önemlisi Molière külliyatına damgasını vurmuş toplumsal eleştiri faktörü, yine o külliyattan seçilmiş figürler ve replikler aracılığıyla ön plana çıkarılıyordu. Oyuncular, Molière’in ilk toplumsal gözlemlerini gerçekleştirdiği ve ileride oyunlarını yazarken kendisine esin kaynağı olacak panayır sahnelerindeki canlı atmosferden aldıkları enerjiyi hiç düşürmeden oyun sonuna kadar taşıdılar. Oyunculuk üslubu çok esnek bir biçimde yan yana yürüyen ve zaman zaman da aralarındaki sınırlar iyice silikleşen iki ayrı unsur etrafında şekilleniyordu: Anlatı ve eylem. Tiyatro Boğaziçi, benzer bir üslup denemesini yıllar önce yürüttüğü “Hamlet” araştırma projesinde de gündeme getirmiş ve oyunun ilk perdesine ilişkin bir sunum hazırlamıştı. O dönemde daha deneysel amaçlarla ve farklı kaygılarla üzerine gidilen anlatıcı-oyunculuk üslubunun Molière’de çok daha başarılı bir biçimde icra edildiğini söylemek mümkün. Yazarın hayatına ve eserlerine dair ayrıntıları içeren ve anlatı-oyun geçişkenliği içerisinde süre giden, kadro tarafından yürütülen araştırma çalışması sonucu oluşturulmuş ana akışa, Molière’in kendi kaleminden çıkmış kesitler montajlanıyordu. Tüm bunlar oldukça pratik, işlevsel ve rahat bir sahne tasarımı önünde sadece beş oyuncu tarafından gerçekleştiriliyordu.
Farklı bir profesyonelleşme girişiminin ilk adımı olarak görülebilecek bu oyunda yer alan oyuncular, bu prodüksiyonu üretirken ana motivasyonlarının orta öğretim kurumlarında eksikliği yoğun biçimde hissedilen temel tiyatro bilgilerini gençlere aktarmak olduğunu belirtiyorlar. Ancak oyun içerisinde edindiğimiz izlenim bu prodüksiyonun rahatlıkla iki versiyon halinde hazırlanabileceği yolunda oldu: İlki çok daha yoğunlaştırılmış biçimde orta öğrenim gençliğini kavrayacak hız ve enerjiyle sahnelenecek kısa bir versiyon, ikincisi ise Molière’in kaleminden çıkmış ve artık klasikleşmiş kimi sahnelerin çok daha fazla yer aldığı iki perdeli bir versiyon. Oyunu oluşturan ve hızla arka arkaya akan oldukça eğlenceli sahneleri izlerken bir tiyatro sever olarak yazarın dehasını yansıtan sahnelere çok daha fazla yer verilebileceği hissine kapıldık. Örneğin Tartuffe’ten alınan uzun sahne bu konuda ideal bir ölçü oluşturuyor ve izleyicilerin Molière’in keyfine varmasına hizmet ediyordu. Ancak bu da öğrencilere dönük bir versiyon için biraz uzun kaçmaktaydı. Dolayısıyla farklı seyircilere dönük hazırlanmış iki versiyon fikri, hem topluluğun ortaya koymuş olduğu avantgarde eğilimi nitelikli biçimde ileriye taşıyacak, hem de -tıpkı taşra gezilerinde seyirciye göre repertuar belirleyen Rönesans truplarının amaçladığı gibi- turne olanaklarını oldukça genişletecektir.
Tabii tüm bu değerlendirmeleri yaparken bu gösterinin İATG 2009 kapsamında “deneme gösterimi” adı altında sahnelendiğini de unutmamalıyız. Oyun şu an için hala üzerinde çalışılmakta olan bir ürünü seyirciyle paylaşmak ve oluşacak tartışmalar sonucunda aslen gelecek sezona dönük olarak ele alınmak amacıyla sergilenmişti. Bu gözle bakıldığında oyunun büyük oranda tamamlanmış olduğunu ancak yukarıda bahsettiğimiz zorlayıcı oyunculuk tercihleri nedeniyle özellikle oyuncular açısından biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz. Bir panayır canlılığına ve ritmine sahip bu oyunun seyirciler kadar oynayan oyunculara da büyük zevk verdiği ilk bakışta anlaşılmaktaydı. Oyunun bu karmaşık akışı zamanla oyuncular tarafından daha iyi sindirildiğinde gerek oyunun ritmik akışının, gerekse sahnede icra edilen oyunculukların daha incelikli biçimde işlemesi mümkün olacaktır.