Tiyatro
Boğaziçi son dönemde “gençlik oyunları” başlığı altında bir dizi prodüksiyon
üretmiş durumda: “Moliere Efendi”, “Selam Sana Shakespeare”, “Musahipzade ile Temaşa” ve son olarak da
“Lorca’nın Acıklı Güldürüsü”. Söz konusu prodüksiyonlar iki açıdan önem
taşıyor: Öncelikle Türkiye’de adına en az teatral üretim yapılan özel bir yaş
grubuna dönük oyunlar yazılıyor ve literatürde önemli bir eksiklik olarak
görünen “gençlik tiyatrosu” alanına katkı sunuluyor; bununla birlikte Türkiye’de
eğitim sisteminin görmezden geldiği önemli tiyatro insanlarının hayatları ve
eserlerini anlatan oyunlar yapılarak ülkemizin tiyatro kültürüne önemli bir
zenginlik katılıyor. Bu oyunlar her ne kadar tiyatro tarihini anlatan “teatral
bir dersmiş gibi” sunulsa da öğrenme/öğretme süreçlerini estetik bir düzleme
taşımaları bağlamında özel olarak ele alınmaları gereken yapımlar olarak ön
plana çıkıyorlar.
Bir
süre önce bu konuda bir tartışma açmayı denemiş ve tweeter üzerinden #yenididaktiktiyatro başlığıyla bir
manifesto yayınlamayı denemiştik. Kısa bir süre önce bu hashtagi kontrol ettiğimde kaybolmuş olduğunu gördüm. O yüzden,
farklı günlerde atılmış tweetlerde yer alan tezleri derli toplu olarak yeniden
gözden geçirebilmek amacıyla buraya da alıyorum:
1.Tiyatroda
yeni didaktiklik üzerine düşünme zamanı geldi. Öğreti oyunları geleneği feda
edilmemeli.
2.
Yeni didaktik tiyatro (YDT) tiyatronun kökeninde yatan bir ihtiyaçtan yola
çıkmalı: öğrenmenin estetik bir hazza dönüşmesi.
3.
Geçmişte “didaktik tiyatro” iktidar ilişkileri yaratmakla itham edildi:
Bilenler bilmeyenlere öğretsin.
4.
Aristo vatandaş olmayı, Kilise mümin olmayı, Hegel özne olmayı, Brecht muhalif
olmayı tiyatrodan öğrenmemizi istedi.
5.
Yeni didaktik tiyatro gelin burada öğrenin demiyor. Farklı öğrenme süreçlerini
estetik bir düzlemde buluşturalım diyor.
6.
Bu süreçte sanatçılar estetik zemini kurmakla yükümlüdür. Gerisi orada
bulunanlara kalmış.
7.
Yeni didaktik tiyatronun paylaşımcı estetiği yüksek sanat yapıtı üretmekle
ilgilenmez. Yaşasın sade işlevsellik!
8.
Tasarım basit ve sıradan olmalı, izleyenler çıkıp dekorların yerini
değiştirebilecekleri hissine kapılabilmeli.
9.
YDT büyük ve net sınırlara sahip olanlardan ziyade küçük ve sınırları geçişken
mekânları tercih etmeli.
10.
Yeni didaktik bir oyunda herkes bir şeyler öğrenir/öğretir: yazar(lar),
yönetmen(ler), oyuncular, seyirciler.
11.
Yeni didaktik bir oyunun yazar(lar)ı bir(er) oto-didakttır(lar). Yazarken önce
kendisi/kendileri öğrenir(ler).
12.Yazar(lar)
öğrendiklerini yazınsal estetik kodlara dönüştürerek diğerleriyle
paylaşır(lar).
13.
Yazar(lar) bir(er) tanrı değildir(ler). Yönetmen(ler)den, oyunculardan ve
seyircilerden öğrenecekleri vardır.
14.
Yönetmen(ler) sahnelenme bilgisine sahip kişi(ler)dir. Yazsınsal kodları
sahnesel olana dönüştürür(ler).
15.Yönetmen(ler)
yazar(lar)dan öğrendiğini dönüştürerek diğerlerine öğretir. Ama aynı zamanda
öğrenmeye hazır olmalıdır.
16.
Oyuncular beden ve ruhla öğrenirler. Yazar(lar) ve yönetmen(ler)in öğrettiklerini
dönüştürerek içselleştirirler.
17.
Yazar, yönetmen ve oyuncu tiyatrodaki birer soyutlamadan ibarettirler. Bu
işbölümü geçişken ve esnek olmalıdır.
18.
Yazarlık, yönetmenlik, oyunculuk işlevlerinin tümü aynı kişice ya da kolektif
olarak tüm grupça üstlenilebilir.
19.
Nasıl örgütlenirse örgütlensin tüm topluluklarda yeni didaktik bir oyun
üretilirken farklı düzeylerde öğrenilir.
20.
YDT'da gösteri farklı düzeylerde öğrenilmiş olanın estetik bir sunumudur.
Seyirci karşısında yeni bir şey öğrenilir.
21.
Sunulmak istenen YDT örneği bir oyunsa, sunumu mutlaka bir paylaşım ve söyleşi
izlemelidir.
22.
Seyirci ile söyleşme oyun anında ve oyunun içinde de gerçekleşebilir. Ama
YDT'nin zorunlu bir kuralı değildir.
23.
YDT farklı öğrenme pratiklerinin estetik alanda paylaşımıysa değerlendirme
estetik araçlar üzerinden yapılmalıdır.
24.
YDT'da öğretilenin hangi estetik araçlarla ve nasıl sunulduğu öğretinin kendisi
kadar önemlidir.
Aslında
tüm bu düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olan pratik geçtiğimiz yıl Tiyatro
Boğaziçi ve Berberyan Kumpanyası’nın ortaklaşa düzenlediği bir etkinlik için
üretilmiş kısa bir oyundu: Muhsin
ve Vahram. Oyunu üreten kadroda yer alan çoğu insan yıllardır pek çok yerde
tiyatro eğitimi vermiş, konuşmalar yapmış, seminerler düzenlemiş kişilerdi. Ama
bu kez tiyatro üzerine verilecek bir seminerin teatral araçlarla sunulması gibi
bir deneme içerisine girişmiştik. Yaptığımız çalışma sonuç olarak Osmanlı ve
Türkiye tiyatrosu tarihine dair bazı çok az bilinen/hatırlanan bilgileri
katılımcılara iletecek ama bunu yaparken de estetik araçlar yoluyla sanatsal
bir haz duygusu yaratmaya çalışacaktı. Bu süreçte bilinçli ya da sezgisel
yollarla keşfetmeye başladığımız yöntemi tanımlamaya başlayınca yukarıda
tweeter mesajları ortaya çıkmış oldu.
Ben
Tiyatro Boğaziçi’nin gençlik projelerinin de bu anlayışa çok yakın düştükleri
kanaatindeyim. O yüzden bu oyunları daha çok bu perspektiften ele alarak analiz
etmeyi deneyeceğim.
***
Tiyatro
Boğaziçi’nin gençlik projeleri teatral birer ders olarak tasarlandı. Oyunları
üreten kadroyu oluşturan arkadaşlar en baştan bu oyunların okullarda,
öğrencilere sergileneceğini öngörerek hareket ettiler. Bu yüzden dar kadrolu,
kolay taşınabilir ve kısa oyunlar üretmeyi tercih ettiler. Benzer gerekçelerle
enerjik, yüksek ritimli ve eğlendiricilik dozajı yüksek bir üslup kullanmayı
tercih ettiler. Kadro, bazı küçük değişiklikler olsa da aşağı yukarı aynı
kişilerden oluşuyordu. Her oyunda oyunun ruhuna uygun merkezi bir tema
etrafında didaktik bir çevre oluşturuluyor ve ele alınan yazarın eserlerini
tanıtmaya dönük bir kolaj eşliğinde sunuluyordu. Moliere’de merkezi tema
panayır yeri ve Avrupa halk tiyatrosu; Shakespeare’de tüm toplumsal sınıfların
bir arada kamusal alanda buluştuğu Globe Tiyatrosu; Musahipzade’de ise
geleneksel Osmanlı gösteri sanatları ve onların içeriğini oluşturan etnografik
malzemeydi. Benzer biçimde yakın zamanda izleme fırsatı bulduğum “Lorca’nın
Acıklı Güldürüsü”nde ise merkez tema “kukla tiyatrosu” idi. Kukla tiyatrosunun
grotesk, abartılı, stilize havası artık bu üslupta iyice rahatlamış olan
oyuncuların eğlendirici mizaçlarıyla çok iyi kaynaşmıştı. Tıpkı Lorca’nın oyunları
gibi 7’den 77’ye zaman zaman herkesi eğlendiren, harekete geçiren, zaman
zamansa hüzünlendiren, duygulandıran yoğun bir çekirdek hâkim olmuştu oyuna.
Kişisel
görüşüm bu kez didaktik örüntünün diğer oyunlara oranla merkez temanın etrafını
çok daha ustalıklı çevrelediği yolunda. Aslında bu “eğlendirirken ağlatan,
hüzünlendirirken düşündüren kukla oyunu” etrafına örülmüş bilgilendirici
kısımlar bir arada ele alındığında bir İspanya iç savaş tarihi aktarıldığı
görülecektir. Benzer biçimde, “Moliere Efendi” de 14. Louise Fransa’sı, “Selam
Sana Shakespeare” de Elizabethyen İngiltere, “Musahipzade ile Temaşa”da ise
Meşrutiyet dönemi Osmanlı’sının tarihi aktarıldığı açıktır. Diğer bir deyişle tüm
bu oyunlarda estetik araçlarla aktarılan estetiğin tarihine, didaktik olarak
eşlik eden bir “siyasi ve sosyal tarih anlatısı” mevcuttu. Ancak Lorca’nın
“didadaktikliği”ni daha “başarılı” kılan, söz konusu merkezle didaktik çevre
arasındaki geçişkenliğin çok daha organik biçimde kurulabilmiş olmasıydı. Diğer
bir deyişle merkez çevreye doğru taşmıştı ve zaman zaman sınırlar iyice
belirsizleşiyordu. Bu başarının arka planında, eğitici gençlik oyunları üretmek
üzere bir araştırma çalışmasına girmiş bir grubun istikrarlı çalışmasının
yattığı görüşündeyim.
Bu bağlamda Lorca'nın hayatı ve eserlerini anlatan bu oyunun
Lorca'nın kendi eserlerinden çok daha politik olduğu yolundaki bir seyirci
gözleminden yola çıkarak üçüncü bir noktayı daha tartışmaya açabiliriz. Yukarıda
kurduğumuz tartışma modelini dikkate alırsak, bu tespitte merkez olarak tarif
ettiğimiz Lorca'nın oyunlarından damıtılan estetik tercihlerin, onu çevreleyen
didaktik yaklaşım tarafından belirlendiği mi ileri sürülmektedir? Öncelikle
politiklik meselesine bir açıklık getirelim. Lorca'nın oyunları, Kesting'in
Bercht oyunları için kullandığı bir tabirle bize bütünlüklü "bir dünya
tablosu" sunmaz, böyle bir niyeti de yoktur zaten. Lorca'nın oyunları
mikro-politik bir düzeyden (köy, kasaba, aile, hane içindeki ilişkiler) yola
çıkarak makro-politik düzey (ülke ve dünya) üzerine söz söylemeye çalışır.
Oyunlarında mikro-politik düzlemdeki eşitsizlik ve tahakküm açıkça sergilenir
ama Lorca'yı asıl ilgilendiren bunun toplum nezdinde nasıl
meşrulaştırıldığıdır. Ve bu noktada onun oyunlarında karşımıza gelenek, töre,
kitlenin ahlakı ve din olguları çıkarılır. Bu anlamda Brecht'in büyük
oyunlarında sahnedeki karakterlerin yaşadığı çatışmalar aracılığıyla
izleyicinin ideolojik tercihlerini tartışmaya açma yolundaki çabasına benzer
şekilde, Lorca da varolan sosyo-ekonomik ilişkilerin geniş bir panaromasını
sunmak yerine "üstyapı" olarak adlandırabileceğimiz muhafazakar ideolojinin
açmazlarını mercek altına almayı amaçlar. Geleneksel değerlerin bireyler
üzerinde kurduğu tahakküm ilk oyunlarda komedya türü aracılığıyla alaya
alınarak eleştirilirken, sonraki oyunlarda trajik olanın keşfiyle tahakkümün en
temel toplumsal ve insani değerler üzerindeki yıkıcı ve yozlaştırıcı etkisi
vurgu kazanmaya başlar. Bu, yaklaşmakta olan faşist rejime yönelik açık bir
başkaldırıdır. Lorca oyunlarını politik kılan ve kişi olarak onu faşist Franko rejimi
için bir hedef haline getiren en temel neden de budur.
Peki Lorca Oyunları'nda halihazırda varolan bu politik öz, Tiyatro
Boğaziçi'nin oyununda didaktik olan tarafından manipüle mi ediliyordu? Ben tam
tersine, dörtlemenin tümü söz konusu olduğunda bu oyunda, didaktik tutumun
araştırma nesnesi olarak seçilen yazar ve oyunları üzerindeki etkisinin en aza indirgendiği
hissine kapıldım. Oyunun öğrenme süreçlerinin estetik sunum ve alımlama ilişkilerine
dönüştürülmesi açısından ve öğrenme/öğretme süreçlerinin organikliği açısından
oldukça başarılı bir örnek olduğunu düşünüyorum "Lorca'nın Acıklı
Güldürüsü"nün. Bir yazarı sadece onunla ilk kez tanışanlara öğretmeyen,
aynı zamanda yazar hakkında belli bir ön bilgiye sahip olanların da bakışını
değiştirmeye aday olan güçlü bir "yeni didaktik tiyatro" örneği.
Kişisel görüşüm Tiyatro Boğaziçi içerisinde gençlik tiyatrosu
üzerine uzmanlaşmaya çalışan bu grubun artık deneyimlerini benzer gruplarla paylaşmak
için işin kuramsal boyutuna da eğilmelerinin ve arşivleme çalışmasına ağırlık
vermelerinin zamanının geldiği yolunda. Bu sayede uzun süre emek harcanan bir
alana dair önemli bir birikimin uçup gitmesinin önüne geçilmiş olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder