“Venedik’te sokaklar ve meydanlar binaların arasına sıkışıp kalmıştır. Venedik’i Venedik yapan bu muhteşem binalara giremeyen birisi şehrin belki de en ilginç bölümlerini görmekten mahrum kalır. Venedik’le yaşadığınız karşılaşma, binaların kapıları size açıldığı sürece zenginleşir. Bu binalara girip çıkmanın farklı yolları vardır: Bir müşteri olarak otellere, lokantalara, dükkânlara girersiniz; bir turist olarak müzelere, galerilere, sergi salonlarına girersiniz; ya da bazı binalara davetli olarak girer, orada yuvanızdaymış gibi ağırlanırsınız. Bu son olanağı Venedik’e dışarıdan gelen herkes bulamaz. Ben bu ziyarette iki mekânda kendimi gerçekten evimde hissettim. İlki Boğos Levon Zekiyan hoca sayesinde kapılarını bana açan Ca’ Foscari Üniversitesi’nin San Toma’daki Doğu Dilleri Okulu binası idi. (…) İkincisi ise Venedik’te içerisinde kendimi en rahat hissettiğim yerlerden birisi olan Casa di Goldoni idi. Üniversiteye giderken hergün önünden geçtiğim bu küçük ev daha içerisine girmeden beni büyük bir sıcaklıkla sarıp sarmalamıştı. Aslında kendimi daha önce bu evde yaşamış gibi hissediyordum. Tüm yaz boyunca Goldoni’nin anılarını okumuş, küçük Goldoni’nin bu evde cereyan eden ve ileride büyük bir yazar olmasını sağlayacak ilk deneyimlerini bizzat onun ağzından dinleme şansını yakalamıştım. (…) Oyuncuların krallığını ilan ettiği bir gelenekten gelip dünyaca ünlü bir oyun yazarına dönüşmenin zorluklarını çok etkili biçimde anlatmıştır Goldoni anılarında. Ama bunu yaparken de oyuncuları gücendirmemeye dikkat eder. Goldoni oyuncuları sever, tiyatroyu onlar için onlarla birlikte varetmek ister. Anılar şu sözlerle açılır: ’1707 yılında, Venedik’te, San Toma’da, Nomboli ve Donna Onesta köprüleri arasında yer alan Ca’ Cent’ani Sokağı’nda büyük ve güzel bir evde doğdum.’[1] İşte her sabah önünden geçerken kendi evimmiş gibi baktığım ev bu evdi.”
Geçtiğimiz yaz gerçekleşen Venedik ziyaretim sırasında tuttuğum günlüğün, 9 Ağustos tarihli sayfasına yukarıdaki satırları yazmıştım. Büyük oyun yazarı Carlo Goldoni 25 Şubat 1707′de yukarıda sözünü ettiğim evde dünyaya gelmişti. Fransızca olarak kaleme aldığı otobiyografisinde ilk özgün komedisini 8 yaşında burada yazdığını ve bunun büyükbabası dışında tüm çevresinden taktir kazanan bir çalışma olduğunu belirtir -çok zengin bir insan olan büyükbabası ise onu yalancılıkla suçlar ve oyunu onun yazdığına inanmaz. Bu ilk eser doktor olduğu için sürekli Venedik dışında yaşayan babasının dikkatini çeker ve büyük oğlunu yanına alarak eğitimiyle bizzat ilgilenmeye karar verir. Genç Carlo İtalya’nın en iyi kurumlarında eğitim alma şansını yakalar ama bu fırsatları iyi değerlendirmez, iyi bir öğrenci değildir. Ancak her gittiği yerde mutlaka tiyatroya zaman ayırır. Bu uğraşları her zaman taktir görmez, hatta çoğunlukla aleyhine olur. Babası sayesinde İtalya’nın pek çok farklı şehrini görme ve kültürünü geliştirme fırsatı elde eder. 1731 yılında 24 yaşında en büyük hamisi olan babasını kaybeder ve bu durum genç adamın hayatı daha ciddiye almasına yol açar. Yarım kalan hukuk eğitimini tamamlar ve avukatlık mesleğine hak kazanır.
Goldoni’nin tiyatro alanındaki ilk kayda değer çalışmaları bu dönemden sonra başlar. Opera librettoları ve interlüdler yazarak başlar, ardından tragedya ve komedya denemelerine girişir. 1733 yılında seyirci önüne çıkan ve daha sonra basılacak olan ilk komedisini, “Venedikli Gondolcu”yu yazar. Daha sonraları kendisi bu ilk çalışmalarını “İtalyan Tiyatrosu’nun reformuna giden yolun taşları” olarak görecektir: “Kahramanlarım insandı, yarı-tanrılar değildiler; arzuları ait oldukları mevkiye uygun seviyedeydi ama hepimizin aşina olduğu insan doğasının en temel özelliklerini taşıyorlardı; erdemleri ve zaafları hiçbir biçimde hayal ürünü değildi. Üslubum seçkin değildi ve dizelerim asla ulvi olmamıştı ama bu tam da abartılı, zıt, komik derecede büyük ve romantik şeylere alışmış bir halkı mantık çizgisine çekmek için ihtiyaç duyduğumuz şeydi.” (s.186)
Goldoni büyük çıkışını kendi oyunları içerisinde belki de en iyi bilineni ile yaptı: 1743 yılında önemli bir komedi oyuncusu olan ve sahnelerde Truffaldino adını kullanan Sacchi ile işbirliği içerisinde “İki Efendi’nin Uşağı”nı yazdı. Tüm başarısına rağmen bu metin Goldoni’ye göre yarım bir reform girişimiydi çünkü metnin yarısı yazılmış, diğer yarısı oyuncular tarafından doğaçlanmak üzere ham bırakılmıştı. Ama başarı büyüktü ve bu ona 1746′da Venedik’in o dönemdeki en önemli kumpanyalarından birisi olan Madebac Tiyatrosu ile bir sözleşme yapma fırsatını sağladı. Artık hayatını oyunlarından kazanacak ve kendini tümüyle yazma işine verebilecekti. Böylece hayatında oldukça üretken bir dönem başladı. Goldoni bu dönemde amacının Fransızların koyduğu isimle “dramalar” yazmak olduğunu söyler: “Bu eserler tragedya ile komedya arasındaki bir teatral türün örnekleriydiler ve eğlendirirken aynı zamanda seyircilerin kalplerine de hitap etmeyi amaçlıyorlardı.” (s. 263)
Goldoni 1750 yılında üretkenliğinin doruğundaydı ve aşırı kendine güvenle giriştiği bir iddia sonucu o yıl 16 tane üç perdelik komedi oyunu yazdı. Hızlı yazılmış olmalarına rağmen bu oyunların tümü büyük gişe başarısı elde ettiler ama aşırı yoğun çalışma yazarı yatağa düşürdü. Artık oyun yazmak Goldoni için sistemli ve belli bir yöntem dahilinde yapılan, disiplin gerektiren bir “iş”ti: “Zamanla, deneyimle ve alışkanlıkla komedi sanatıyla o denli haşır neşir olmuştum ki konuları keşfedip karakterleri seçtikten sonra gerisi bana çok rutin geliyordu. Başlarda kompozisyonu ve düzeltmeleri tamamlamadan önce dört adımda ilerlerdim. İlk adımda serim, düğüm ve çözümden oluşan üç ana parçaya ayrılmış bir plan yapardım. İkinci adımda eylemi perdelere ve sahnelere ayırırdım. Üçüncü adımda en çok ilgimi çeken sahnelerin diyaloglarını yazardım. Dördüncü adımda tüm piyesin diyaloglarını yazardım. Çok sık olarak son adımda ikinci ve üçüncüde yaptıklarımı tümüyle değiştirirdim. Bir fikir diğerini, bir sahne ötekini izlerdi. Şans eseri ortaya çıkan bir ifade yeni bir düşünceyi beslerdi. Bir süre sonra dört adımı tek adıma indirmeye muvaffak oldum. Plan ve üç perde kafamdaydı, birinci perde, birinci sahneden başlayıp sonuca doğru ilerlerdim.” (s. 335-6)
Ertesi yıl artık sayıları hatırı sayılır miktarda artmış olan eserlerinin yayınlanması gündeme geldi ve Toplu Esreleri’nin ilk cildi 1751′de Venedik’te yayınlandı. Sonraki yıl Madebac ile yaptığı beş yıllık sözleşme sona erdi. Eski patronunun kendi oyunlarından fazlasıyla kar ettiğini ve yazarın hakkını ihmal ettiğini düşünen Goldoni yoluna San Luca’daki başka bir tiyatroyla anlaşarak devam etti. Çok sayıda yeni oyun yazdı.
Artık yaptığı işi kuramsal anlamda da açıklama ihtiyacı içerisindeydi. Üniversite şehri Bologna’ya yaptığı bir ziyarette eserleri sert biçimde eleştirildi. Yazdığı oyunlar masklara dayalı “eski komedi” ile karşılaştırıyor ve komedinin kurallarına ihanet etmekle suçlanıyordu. Goldoni’ye göre eski komedi, Yunan ve Roma komedisinden evrilerek gelişmişti ve büyük amfi tiyatrolarda oynanan antik dönem gösterilerinde masklar, daha çok sesi iletmek için tasarlanmış megafonlar olarak işlevleniyordu. O zamanlarda oyunculardan ihtiras ve duyguları aktarması beklenmiyordu ama Goldoni’ye göre onun çağında bekleniyordu: “Günümüzde oyuncuların bir ruha sahip olması bekleniyor; bir maskın arkasında kalan ruh, küllerin altında kalan ateşe benzer. İşte bu nedenle İtalyan tiyatrosunda reforma girişme ihtiyacı duydum ve farslardan vazgeçerek komediler yazdım.”(s. 314)
Bu görüşlerle uyumlu yeni bir oyunculuk arayışı içerisinde olan Goldoni, Fransız oyuncularına ilk görüşte aşık olmuştur: “Fransız oyuncuları ilk gördüğümde oyunculukları beni büyüledi ve tiyatro salonunu kaplayan sessizlik hayrete düşürdü. O gün izlediğim komedinin adını hatırlayamıyorum ama bir aşığın sevgilisini ateşli biçimde kucakladığı bir sahne o kadar hoşuma gitti ki kendimi tutamayarak ‘Bravo!’ diye bağırdım; bir Fransız için çok doğal ve kabul edilebilir olan böyle bir eylem, İtalyanlara yasaklanmıştır.” (s. 318)
Ancak bu girişimler çok geniş bir grubun tepkisini çekti ve Venedik’te Goldoni karşıtı bir kampın oluşmasına neden oldu. Özellikle oyunlarındaki aristokrasi karşıtı ton tiyatro sahiplerini de tedirgin etmeye başlamıştı. Çalışma koşullarının zora girmesi nedeniyle önce Roma’dan gelen bir teklifi değerlendirdi. Fakat orada da aradığını bulamadı. En büyük hayli bir süre için bile olsa Fransa’da yaşamakta. Sonunda Paris’ten gelen bir teklifi değerlendirerek Fransa’ya gitti. Fransızlar çok kısa süre içinde bu değerli sanatçıyı bağırşarına bastılar. Bundan sonra yazarlık kariyerinde daha az üretken olduğu ve Fransa’daki yüksek kültür yaşamının nimetlerinden yararlanmayı tercih edeceği bir döneme girecektir.
Hayatının son yirmi beş yılını başka bir ülkede geçirmesine rağmen Venedik her zaman Goldoni için önemli bir şehir oldu. Sonuçta Venedik onu yaratmıştı, o da Venedik lehçesini ve Venedikli insanları sahne üzerine taşıyarak bu şehri yeniden yarattı. Venedik şehri de onu hiç unutmadı. Bugün şehrin en işlek meydanlarından birisinde sevimli bir Goldoni heykeli etrafta dolaşan insanları ve hayvanları, koşuşan çocukları izlemektedir. Ayrıca Goldoni Tiyatrosu adlı küçük bir tiyatroda tüm yıl onun oyunları oynanmaya devam ediyor. Venedik günlüğümde 11 Ağustos tarihli sayfada şöyle yazmışım: “Gün içinde küçük bir tiyatroda (Teatro San Gallo) beş genç oyuncu tarafından sergilenen klasik bir Commedia dell’Arte gösterisi izleme şansını buldum: ‘Arlecchino, Arianne ve Minotauro’. Tam anlamıyla bir ‘usta işi komedi’ idi. Oyuncular oldukça enerjik bir biçimde, tiplemeden tiplemeye geçerek sürekli sahne üzerinde kaldılar. Birden fazla karakteri başarıyla sergilemekle kalmayıp sahne dışında kaldıkları anlarda da müzik, efekt ve ışıkla ilgilendiler. Bir İtalyan geleneksel komedisi izlemenin yüksek hazzını bize fazlasıyla yaşattılar. Bu gösteriyi izlerken Goldoni’nin Venedik’e ve İtalyan kültürüne ne borçlu olduğunu çok daha iyi anlama şansı buldum. Geçtiğimiz akşam ‘Vaporetto’ adlı bir restoranda gördüğüm garson Arlecchino- Brighella karışımı tam bir oyuncu idi. Murano Adası’ndaki cam ürünleri satan lüks dükkanlarından birisinde, 21. yüzyılda yaşayan bir Pantalone ile karşılaşınca çok şaşırmıştık. O zaman anladım ki Goldoni için esin kaynağı olan sadece geleneksel komedi gösterileri değil, tümüyle şehrin kendisiydi.”
”Beni bağrına basan, kucaklayan ve alkışlara boğan şehrimi sevdim” diye yazar anılarında. Belli ki doğduğu, büyüdüğü, sanatsal ve kültürel anlamda çok şey borçlu olduğu Venedik’i de onu çok sevmişti. Sevmeye de devam ediyor. Ve muhtemelen şu sıralarda birçok Venediklinin dudaklarından şu sözcükler dökülüyor: İyi ki doğdun Goldoni.
[1] Carlo Goldoni, “Memoirs”, İngilizceye çeviren John Black, James R. Osgood and Company, Boston 1877.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder