Geride bıraktığımız hafta içerisinde İATG 2008 kapsamında düzenlenen iki panele katılma olanağı bulduk: “Çocuklar ve Gençlerle Tiyatro” ve “Akademi ve Konservatuarlarda Oyunculuk Eğitimi”.
İlk panel İATP içerisinde uzun süredir faaliyet gösteren “Eğitmenler Komisyonu”nca organize edilmişti. Aslında komisyon üyeleri uzun süredir kendi içlerinde tartışma konusu yaptıkları kimi konuları ilk kez akademi kökenli konuşmacılarla birlikte tartışma olanağı buldular. Etkinliğe katılan ve farklı arka planlara sahip olan tüm konuşmacılar aslında ortak bir noktada birleşiyorlardı: Çocukların ve gençlerin birer “malzeme” olarak görüldüğü hâkim sanat endüstrisinin aksine, panelde söz alanların tümü çocukların ve gençlerin kendi ürettikleri “malzemeleri” sahne üzerine taşımasının araçlarını yaratmak için mücadele eden insanlardı. Uzun süredir Almanya’da Essen Üniversitesi’nde göçmen gençlerle çalışan Zehra İpşiroğlu konuşmasında “Theatre an der Ruhr”un pedagogunun yardımıyla göçmen gençlerin bireysel sorunlarını merkezine alan oyunlar üretme deneyimini seyircilerle paylaştı. Ardından İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturgi Bölümü’nden Öğr. Gr. Nihal Kuyumcu gençlerle ve çocuklarla yürüttüğü “Forum Tiyatrosu” çalışmalarından bahsetti. Augusto Boal’in kavramsallaştırmasıyla tiyatro literatürüne giren “Forum Tiyatrosu” uygulaması seyircileri birer oyuncuya dönüştürerek belli bir sosyal sorun üzerine teatral yollarla çözüm önerileri üretilmesini esas aldığı için Kuyumcu’nun çalışmasının da merkezinde gençlerin ve çocukların rol aldığını söylemeliyiz. Üçüncü olarak söz alan BGST üyesi Cüneyt Yalaz, yıllardır Özel Şişli Terakki Lisesi’nde yürüttüğü çalışmalardan yola çıkarak, gençlerle klasik bir tiyatro metnini merkezine alan ve onu dönüştürerek sahnelemeyi amaçlayan bir çalışmanın temel ilkelerinin neler olabileceği konusundaki görüşlerini seyirciyle paylaştı. Her ne kadar daha önceki iki konuşmacının aksine söz konusu faaliyet gençlerin ve çocukların bireysel yaşantıları yerine klasik bir tiyatro metninden hareketle yürütülüyorsa da onların metinle yaşadıkları karşılaşmanın ve metni kendi malzemeleri haline getirmek için verdikleri mücadelenin de önemli pedagojik katkıları olduğu bir gerçektir. Son olarak söz alan Zeytinburnu Halk Sahnesi’nin eğitmeni Fadime Yılmaz ise İstanbul’un göbeğinde, Taksimde tiyatro yaparken aldığı bir kararla çalışmalarını nasıl yaşadığı mahallede gençlerle ve çocuklarla yürütmeye başladığını anlattı. Fadime Yılmaz, büyük etnik ve sınıfsal farklılıkların yaşandığı bir bölgede çocuk ve gençlerle çalışırken gerçekte yaptığı işin bir tiyatro yönetmenliğinde ziyade “sosyal işçilik” olduğunu belirtti. İstanbul’un varoşlarında tiyatro faaliyetini merkezine alan alternatif bir “eğitim” faaliyetinin en önemli unsurları hakkındaki gözlem ve deneyimlerini seyircilerle paylaştı.
Konuşmacıların sözlerini tamamlamalarının ardından salondan söz alan çoğu eğitimci olan konuşmacılar farklı deneyimlerini birbirleriyle paylaşma olanağını buldular. Akademisyenlerle uygulamacıların bu keyifli sohbeti oldukça geç saatlere kadar sürdü ve Nihal Kuyumcu’nun ziyareti sayesinde pazar günkü etkinlikler sırasında da devam etti.
İkinci panel kendilerini birer alternatif oyunculuk okulu olarak tanımlayan ve yeni üyelerine kendi birikimleri doğrultusunda eğitim veren İATP-G gruplarıyla “resmi” nitelikli oyunculuk eğitimi kurumlarında görevli akademisyenlerin buluşmasına aracılık etti. Bu panel BGST üyesi Bülent Sezgin'in, Mimesis Tiyatro Çeviri/Araştırma Dergisi için yürüttüğü bireysel bir araştırmanın sonuçlarının İATP-G gruplarıyla paylaşılması amacıyla organize edilmişti ve İATP-G gruplarının belli önyargılara sahip olduğu ama hakkında çok da ayrıntılı bilgi sahibi olmadığı bir bölgeye ilişkin belli veriler elde edilmesi amacına yönelikti.
Panelde ilk olarak söz alan İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Anasanat Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Birikiye, tiyatro eğitiminin evrensel doğruları olmadığını, yürütülmesi düşünülen tiyatro etkinliğine göre eğitimin de çeşitlilik göstereceğini belirterek başladı sözlerine. Ardından içinde yer aldığı eğitim kurumunun “natüralist” oyunculuğu temel alan ama son sınıflarda farklı üsluplar hakkında da öğrenciyi fikir sahibi yapmayı amaçlayan bir model doğrultusunda eğitim verdiğini belirtti. YÖK’ün sanat eğitimine uygun olmayan dayatmacı yaklaşımının yarattığı engellerin önemli bir sorun olduğunu söyleyen Birikiye sözlerini genç oyuncuların günün şartlarında ister istemez sanat endüstrisinin kucağına düştüğünü ve bunu engellemenin olanağı olmadığını söyleyerek tamamladı.
İkinci konuşmacı Beykent Üniversitesi Oyunculuk Bölümü Başkanı Yard. Doç. Dr. Önder Paker’di. Paker kendi bölümlerinde sadece kuram üzerinden bir eğitim vermemeye özen gösterdiklerini ve programlarını uygulamalı eğitim ile desteklediklerini belirtti. Bu anlamda öğrencilerin oyun üretmesi ve seyirciyle buluşmasının çok önemli olduğunu düşündüklerini ekledi. Paker mükemmel bir oyuncunun gölgesi konumundaki çıraklardan oluşan eski eğitim sisteminin yerine oyuncuların kendi öznelliklerini fark edecekleri bir sistemi hayata geçirmeyi amaçladıklarını söyledikten sonra zaten mükemmel oyuncu diye kavrama inanmadıklarını, her oyuncunun kendi güçlü yanını fark edeceği ve kendini olabildiğince geliştireceği bir yaklaşımdan yana olduklarını belirtti.
Üçüncü sırada söz alan İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndan Ali Taygun eğitimin ille de okulda olması gerekmediğini düşündüğünü söyledi ve görüşlerini “okulda okumak faydalıdır, ama okumamak eksiklik değildir” şeklinde özetledi. Bu bağlamda YÖK’ün ortaya koyduğu modelin bürokrat sanatçılar yetiştirmeye yaradığını, sanatı bilime endekslemek gibi hataya düşüldüğünü belirtti. Taygun Türkiye’de gerçek anlamda tiyatro eğitmeni olduğunu düşünmediğini ve eğitimcilerin yaratıcı sanatçılar değil tiyatro edebiyatı tarihçisi kafalı oyuncular yetiştirdiğini söyleyerek sözlerini tamamladı.
Sonraki konuşmacı Diyarbakır Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda da çalışmalar yürütmüş bir yönetmen olan Metin Boran’dı. Boran konuşmasına öncelikle oyunculuk eğitimi veren kurumların sanat endüstrisine eleman yetiştiren bir anlayış içerisinde hareket etmesinden duyduğu rahatsızlığı belirterek başladı. Bunun yerine oyunculara kendi kaynaklarını kullanarak ve dayanışmacı ilişkiler içerisinde hareket eden yapılar kurarak ilerlemeye teşvik edilmelerinin gerektiğini söyledi. Şu anda çoğu eğitim kurumunun “profesyonelist” bir yozlaşma içerisine düştüklerini gözlemlediğini söyleyen Boran YÖK’ten yakınan akademisyenlere de “25 yıldır bu konuyla ilgili ne yaptınız?” diye sorarak konuşmasını sonlandırdı.
Son olarak söz alan Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Başkan Yardımcısı Erbil Göktaş ise bugünkü haliyle konservatuar ve güzel sanatlar akademilerini yeterli bulmadığını, kendisinin sahne sanatları fakültelerinin açılmasını desteklediğini belirtti. Her şeye rağmen tiyatroda mücadele etmeye devam etmek gerektiğine inandığını ve kesinlikle kötümser olmadığını belirten Göktaş sözlerine, YÖK meselesinin abartıldığını düşündüğünü, yirmi yıldır yapmak istediği işlerle uğraşırken özel bir engelle karşılaşmadığını söyleyerek devam etti. Göktaş sözlerini Devlet ya da Şehir Tiyatroları için eleman yetiştirmek amacıyla eğitim yapmadıklarını, öğrencilerine kendi gruplarını kurmalarını salık verdiklerini belirterek bitirdi.
Panel’in ikinci bölümü ağrılıklı olarak İATP-G gruplarına üye olan seyircilerin konuşmacılarla yürüttüğü tartışmalara sahne oldu. Gecenin en gözde konusu TV dizileriyle gündem gelen “oyunculuk etiği” meselesiydi. Tartışmanın ana eksenini oyuncuların yaptıkları işlere birer profesyonel olarak yaklaşmalarının, onları etik bazı sorumluluklardan muaf tutmamız için yeterli olup olmayacağı sorunsalı oluşturuyordu. Bu konuda kürsüde yer alan katılımcılar arasında iki farklı görüş vardı. Birikiye, Paker ve Taygun oynadığı rolün dramaturjik arka planının oyuncunun ilgi alanına girmediğini, bundan oyuncunun sorumlu tutulamayacağını, oyuncunun performansının oyunculuk kıstasları dışında bir ölçütle değerlendirilmesinin yanlış olduğunu düşündüklerini belirttiler. Metin Boran bu görüşe tamamen karşı çıkarken Göktaş da eğitimi olumsuz etkilediğini düşündükleri için kendi kurumlarında ilk iki yıl için öğrencilere sanat endüstrisinde çalışma yasağı getirdiklerini belirtti. Salonun bu konuda sergilediği tavrın ise ortaklık içerdiği söylenebilir. Özellikle İATP-G üyesi grupların üyeleri söz aldıklarında her meslekte olduğu gibi oyunculuk mesleğinde de etik belirleyenler olduğunun reddedilmesine karşı olduklarını ve oyuncuların “profesyonelliğe” sığınarak bu tür tartışmalardan muaf tutulamayacağına inandıklarını söylediler. Panelin ikinci bölümü oldukça hararetli geçmesine rağmen ilerleyen saat nedeniyle sonlandırıldı.
Bu tartışmaların ayrıntılarına vakıf olmak isteyen ama tartışma ortamında bulunma fırsatı elde edemeyenlerin de ulaşması için her iki panelin de metinlerinin yayınlanması oldukça faydalı olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder