23 Ağustos 2012 Perşembe

Eyvah, Orta Oyununu da İlk Ermeniler Modernleştirmiş!


Geçtiğimiz günlerde Mimesis Portal’in haber sayfalarına da yansıdığı gibi, Ramazan sonrasında basınımız yeniden Karagöz’ü hatırladı. Radikal gazetesi, artık müzelik olmuş gölge oyunu geleneğimiz ile ilgili Karagöz Müzesi görevlisi ve hayali Osman Ezgi ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Hatırlanacağı gibi Nisan ayında Alternatif Tiyatrolar Buluşması kapsamında düzenlediğimiz Kültürel Çoğulcu Tiyatro Günleri’nde biz de Karagöz’ü konu edinen bir panel düzenlemiş ve geleneğin nispeten daha canlı tutulduğu Yunanistan’dan gelen dostlarımızla bir durum değerlendirmesi yapma şansı bulmuştuk. Türkiye’de bir halk tiyatrosu örneği olarak doğrudan tabanda gelişen bir sanatsal geleneğin, özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni rejimin “cahil halkı” eğitmek için bir enstrümana dönüştürülmesi ve muhalif niteliklerinden tümüyle arındırılması, ardından elitlerin çabalarının başarısızlığını tescillercesine Sünni İslami muhafazakârlığın koruması altına girmesi, söz konusu haberde Ezgi’nin de belirttiği gibi geleneği sadece Ramazanlar ’da hatırlanan, pamuk helvası tadında müzelik bir nesneye dönüştürmüş durumda. Şimdi artık kelaynak misali koruma altına alınmış üç beş hayalinin çabasıyla ayakta duran bu “oturaklı” Karagözümüzü nasıl edip de modern dünyanın içine adapte edeceğimizi tartışıp duruyoruz.

Aslına bakılırsa bu tartışmalar yüz yıldır yapılıyor; Karagöz ya da Orta Oyunu gibi geleneksel gösteri sanatlarının modernleştirilmesine dair ilk girişimler, Cumhuriyetin çok öncesinde 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde ortaya çıkmıştı. Daha doğrusu uzun süredir araştırmacılar bu kanıyı destekleyecek örnekler üzerinde durmaktaydılar. Ancak Sonbahar 2012’de BGST Yayınları-Anadolu Kültür Vakfı ortaklığıyla yayınlanacak olan bir çalışma bu konuda ortaya atılan tezlerin yeniden gözden geçirilmesini gerektirecek gibi görünüyor. Geçtiğimiz yıl Mimesis Portal sayfalarında kendisiyle yaptığımız bir söyleşiyi yayınladığımız Baret Manok’a ait olan ve 18. ve 19. Yüzyılarda Venedik’te St. Lazar Mıkhitarist Manastırı’nda sahnelenen ilk Türkçe oyunları mercek altına alan bu çalışma, Orta Oyunu ve Batılı üslupla kaleme alınmış ilk Türkçe modern komediler hakkında daha önce sahip olmadığımız bilgilere ulaşmamıza olanak sağlayacak gibi görünüyor.

Osmanlı Devleti’nde, komik içerikli gösteri sanatlarının ortaya çıkışı ve gelişimi ile ilgili bilgilerimiz, kaynakların yetersizliği nedeniyle oldukça eksiktir. Metin And ya da Cevdet Kudret gibi araştırmacılar Karagöz için 17. Yüzyıl, Orta Oyunu için 19. Yüzyıl üzerinde durmakta ve eldeki kaynaklara bakıldığında bu türlerin “klasik” versiyonlarının ortaya çıkışını bu tarihlere denk düşürmektedirler. Elbette ki gerek yerli gerekse yabancı kronikler, Osmanlı Devleti’nde “gösteri sanatı” olarak görülebilecek çeşitli eğlendirici faaliyetlerin varlığından söz ederler. Ama bunlar içerisinde doğrudan “tiyatro” olarak nitelendirilebilecek olanlar, özellikle de yabancı seyyahların seyircilerin gösteri ile kurdukları ilişkiden yola çıkarak “Comoedia Turcica” diye nitelendirdiği gösteri biçimleri komik içerikli dans ya da şarkılar, dil oyunlarına dayalı konuşmalı parçalar ya da hayvan ve insan taklitleridir. Bu sayılanlar arasında Aristocu anlamda eylemin taklidi olarak görebileceğimiz dramatik eserlerin sayısı oldukça azdır ve eldeki bilgiler de göstermektedir ki bir öyküyü temel alan bu yarı-dramatik biçimlerin çoğu da Batı’dan göç etmiş Yahudi topluluklarının gösterilerinde ortaya çıkmıştır. Araştırmacılar “Comoedia Turcica” adıyla anılan bu karmaşık malzemenin bir sentezden geçerek Orta Oyunu’na nasıl evrildiğini hala tartışmaktalar; ancak meydanlarda oynanan, müzikli, danslı, oyuncuların doğaçlamaya dayalı dil becerileri üzerine kurulmuş, temel esprisini karmaşık bir öyküden ziyade çeşitli tiplerin taklitlerinden alan bu oyunun geçmişte Osmanlı şenliklerinde görüldüğü betimlenen komik gösterilerin gelişkin bir sentezi olduğu kesin gibidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi araştırmacılar klasik Orta Oyunu’nun 19. Yüzyılda son biçimini aldığını düşünüyorlar, daha doğrusu bu türün 18. Yüzyılda ortaya çıkmış olduğuna dair bazı iddialar olsa da bunları destekleyecek yazılı kaynaklar bulmakta zorlanılmakta.

Baret Manok’un çalışması bu bağlamda önem kazanıyor. Bu çalışmanın içerisinde, konuya ilişkin ayrıntılı fikir sahibi olmamızı sağlayacak üç de oyun metni yer almakta. Bunlardan iki tanesi 1790’lı yıllarda Venedik’te St. Lazar Manastırı’nda Türkçe olarak kaleme alınmış ve karnaval esnasında sergilenmiş. 1780’lerde çıkan bir yangının Manastır arşivlerine verdiği zarar hatırlandığında çok daha eski metinlerinde olabileceği akla gelecektir ama artık bunlara ulaşma imkânımız olmadığı ortadadır. Oyunları yazıp (çoğunlukla da) yönetenler Manastır’da görevli rahipler. Oyuncular da Manastır’ın okuluna eğitim almaya gelmiş öğrenciler. Osmanlı tâbiyetinde bir din adamıyken Katolikliğe geçen ve Ermeni Patrikhanesi ile sorunlar yaşayıp ülkeyi terk etmek zorunda kalan Mıkhitar ve onun takipçileri tarafından Papalık izniyle Venedik’teki St. Lazar Adası’nda kurulan bu manastır ve ona bağlı olan okulların insan malzemesi büyük oranda Osmanlı Ermenileri (ve özellikle de İstanbul’da yaşayan Ermeniler) arasından sağlanıyordu. Dolayısıyla bu kişilerin gelişkin bir Türkçe bilgisine sahip olmaları anlaşılır bir durumdu. Osmanlı yöneticileriyle her zaman iyi ilişkiler içerisinde olmuş olan Manastır yönetimi, karnaval zamanlarında çeşitli Osmanlı vatandaşlarının kendilerini ziyaretine ve Türkçe olarak sergilenen bu oyunları izlemelerine sıcak bakmaktaydı. Baret Manok’un da ortaya koyduğu gibi bu oyunların yazımı ve oynanması her zaman desteklenmişti.

Tabii oyun metinlerini incelediğimizde ulaştığımız sonuçlar çok daha şaşırtıcı bir nitelik taşımakta. Elimizdeki malzeme Batılıların “Comoedia Turcica” adıyla andığı bizde de 19. Yüzyılda Orta Oyunu halini aldığı düşünülen geleneksel gösteri sanatlarından yararlanarak oluşturulmuş olduğu çok açıktır. Gerek kullanılan dil oyunları, gerek sahneye taşınan tiplerin sunumu, bu oyunların geleneksel sanatları yakından bilen kişiler tarafından kaleme alındığını açıkça ortaya koyuyor. Çeşitli nedenlerle Venedik’e gitmek durumunda kalmış Osmanlı tebaasına mensup Ermeni rahipler, geleneksel tiyatrodan yola çıkarak modern oyunlar yazma girişiminde bulunabildiklerine göre, Orta Oyunu adıyla anılan gösteri biçiminin 18. Yüzyılın ortalarında hâlihazırda şekillenmiş olduğunu iddia etmek mümkün. Sonuçta Osmanlı’nın kozmopolit ortamında Müslümanların olduğu kadar gayrimüslimlerin de önemli katkılarıyla şekillenen ortak bir gösteri geleneğinin modernleşmesi yolundaki çabaların da çok farklı kesimlerde çok farklı yollar izlemesi anlaşılabilir bir şey. Bugüne kadar Orta Oyunu’nun modernleştirilmesi için Osmanlı ülkesinde iki farklı girişimde bulunulduğu kabul edilirdi: Orta Oyunu’nu meydanda değil bir salonda oynamak suretiyle modernleştirmeyi deneyen tuluat geleneği ve başını Teodor Kasap, Şinasi, Ferâizcizade Mehmet Şakir gibi isimlerin çektiği bu gelenekten yararlanarak girişilen modern bir oyun yazım deneyimi. Gerçek olan şudur ki her iki girişim de 1870’li yıllarda ortaya çıkmıştır. Oysa Baret Manok’un çalışmasının gün ışığına çıkardığı yeni metinler çok daha erken bir tarihte,  18. yüzyılın sonunda Osmanlı sınırlarının dışında İtalyan komedi geleneğinden etkilenilerek girişilmiş bambaşka bir modernleştirme girişimine dair önemli ipuçları sunuyor bizlere. Aynı dönemlerde Ermeni aydınlanmasının önemli figürlerinin Ermeni tarihine odaklanmış milliyetçi tragedyalar yazma eğiliminde oldukları düşünülürse, tümüyle alaturka duran bu komediler o dönemde yaşanan kimlik karmaşasını daha net anlamamıza hizmet edecektir. Umarız bu çalışma araştırmacılar ve ilgili okur tarafından hak ettiği ilgili görür.