Bu yazı Mimesis web sitesi için kaleme alınmıştır.
Afyon Şehir Tiyatrosu'nda yaşananlar üzerine yürütülen tartışmalar yavaş yavaş sönümlenmeye yüz tutmuş durumda. Uzunca bir süredir tiyatro kamuoyunun gündemini işgal etmiş olan bu konuda yürütülen tartışmalardan geriye maalesef uzun soluklu değerlendirmeler yapmaya yetecek çok az şey kaldı. Bir kaç iyi niyetli insanın çabalarına rağmen konu genelde kısır tartışmalar içerisinde tüketildi. Benzeri bir durum İskender Pala «devlet ve şehir tiyatrolarının kademeli olarak özelleştirilmesini» savunduğunda da yaşanmış, yürütülen tartışmalar «olurcu» ya da «olmazcı» diye nitelendirilebilecek iki kamp arasına sıkışıp kalmış ve geleceğe dönük bir perspektif oluşturulması mümkün olmamıştı.
Halbuki Türkiye'nin şu anda tiyatro sanatını toplum tabanında yaymanın ve ülke çapında yaygın bir ağ inşa etmenin yollarını aramaya ihtiyacı var. Geçmiş deneyimlerimiz bunun ne devlet ne de şehir tiyatroları modeliyle yeterince etkin işlemediğini ortaya koymakta. Cumhuriyet döneminde tiyatroyu metropollerin dışına çıkarmak için önerilen her iki model de kamu kurumlarının öncülüğünü şart koşuyordu: Ya Ankara-İstanbul hattına sıkışmış devlet tiyatroları ülke çapında bir ağa dönüştürülecek ve tiyatronun yaygınlanşması bu sayede sağlanacak; ya da yüz küsur yıllık Darülbedayi geleneği taklit edilerek şehir tiyatroları deneyimindan yararlanılacaktı. Ancak şu anda Türkiye'de tiyatronun geldiği durum bu yatırımın beklenen karşılığı vermediğini gösteriyor. Afyon deneyimini bu bağlamda ele alırsak İstanbul'da çok daha geniş ölçekte yaşanan bazı sorunların emekleme dönemindeki bir belediye tiyatrosunda da «minyatür» düzeyde yaşanması şaşırtıcı değil. Artık kabul etmek lazım ki örnek alınan modelin kendisi sorunlu.
Diğer yandan İskender Pala ve benzeri düşünceye sahip kişilerin önerileri yani «aşamalı bir özelleştirme» perspektifi bu kurumları rekabet içerisine çekerek atıllıklarından kurtulmalarına hizmet edebilir mi? Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Mimesis web sitesinde «Çeviri-Araştırma-Analiz» başlıklı bölümde TDR dergisinin editörlerinden, tiyatro kuramcısı Richard Schechner'in bir yazısı yayınlandı: «Kar Amacı Gütmeyen Yerel Tiyatrolar Batsa Umursar mısınız?» Biz bu makaleyi yayınlarken gecikmeli de olsa söz konusu tartışmalara Amerikan tiyatro tarihinden bir örnekle katkı sunabileceğimizi düşünmüştük. Ancak bu önemli makale maalesef gözden kaçtı. Oysa Schechner'in makalede yer alan bazı değerlendirmeleri tartıştığımız konuyla ilgili oldukça ilgi çekici değerlendirmeler içeriyor.
Öncelikle Schechner Amerikan tiyatro tarihi içerisinde bölgesel tiyatroların iki farklı model ve strateji içerisinde ortaya çıktığını belirtiyor. İlk model misyonu kabaca «kültürü insanlara götürmek» olarak tanımlanabilecek Amerikan yerel tiyatroları tarafından temsil ediliyor. Bunlar başını Ford Vakfı'nın çektiği özel sektör örgütleri ve NEA (Natonal Endowment for Arts) türü kamu fonlarıyla desteklenen kumpanyalar olarak tarif ediliyorlar -ki bu tarif anladığımız kadarıyla Türkiye'de ödeneklilerin özelleştirilmesini savunanların kafasındaki modelle paralellik gösteriyor. Temelde Amerikan tiyatrosunun belli bir türünün (orta sınıfa dönük bir burjuva dramasının) tüm ülkede yayılması ve gelişmesini garanti altına almayı hedefleyen bu projede, kurumun işleyişi bir sanat yönetmeni aracılığıyla sağlanıyor ve oldukça net bir işbölümü tarifine dayanıyor: Bir tür mütevelli heyeti yani finansal mekanizmayı işeleten kişiler, onara bağlı bir sanatsal yönetim, çoğunlukla proje bazlı anlaşmalar yapılan sanatçılar ve teknik ekip. Schechner kamusal destek almakla beraber ağırlıklı olarak seyirci aboneliğinden gelir elde eden ve özel piyasa koşullarında rekabete dayalı bir biçimde ayakta kalmak zorunda olan bu yapılanmaların 30 yıllık tarihleri içerisinde tiyatro alanında eğitim ve araştırma faaliyetlerine ciddi bir katkı sunamadıklarını ve Amerikan deneysel tiyatrosuyla neredeyse hiç ilişkilenmediklerini belirtiyor. Sonunda 90'lı yılların bitimiyle beraber artık kendisini gerek finansal gerekse sanatsal anlamda yenilemekten aciz kalan bu yapılar 2000'lerle birlikte iflas bayrağını çekmiş durumdalar. Yani Amerikan rüyasının bir ayağı daha çökmüş durumda.
Schechner'e göre ikinci model onun «cemaat tiyatroları (community theatres)» olarak adlandırdığı yapılanmalar. Bunlar yukarıda sözünü etiğimiz yerel tiyatrolar modelinin aksine ortak karar ve üertim mekanizmaları inşa eden avangard nitelikli tiyatro örgütlenmeleri. Tamamen bağımsız biçimde ve alternatif kaynaklar üzerinden işletilen bu yapılanmaların ilk modelin tersine «tiyatronun ve kültürün ışığını ülke geneline yaymak» yani «insanlara tiyatro götürmek» yerine «insanlarla tiyatro yapmayı» amaçladığını belirtiyor ve ekliyor: «Oyunlarını doğrudan iletişim içinde oldukları seyircilere sergileyen, festivaller için ve tekniklerini, fikirlerini, deneyimlerini paylaşmak için düzenli olarak bir araya gelen böyle binlerce grubun, yerel tiyatroya ve kitle iletişim araçlarının getirdiği zihin uyuşmasına ve yabancılaşmaya alternatif olabileceğine -veya zaten olduğuna- inanıyorum.»
İşte Türkiye Tiyatrolar Birliği'nde bir grup tiyatrocu Afyon'a yaptıkları ziyaret sırasında oradaki tiyatrocularla tartışırken anlatmaya çalıştıkları kısmen bu gerçeklikti: Çok kısıtlı kamu olanakları için birbirleriyle rekabet etmek yerine alternatif dayanışma odakları inşa etmelerinin, kamu kurumlarına tabi olarak pasifize olmaktansa, onları hizmete zorlayacak bağımsız yapılanmalar ortaya çıkarmanın herkesin yararına olacağını vurgulamak istemişlerdi. Ama biz kendi ödenekli tiyatrolarımızı -sanki tiyatromuza altın çağını yaşatıyorlarmışçasına, tüm hantallığıyla- «koruyalım» ya da «özelleştirelim» -kurtulalım- diye tartışıp durmaktan, Afyon gibi örneklerde belirgin hale gelen potansiyel olanakları heba etmekle meşguluz.