BRECHTYEN TİYATRO SADECE "EPİK" MİDİR?
“Epik”
Kavramın Tarihselleştirilmesi
Tiyatro'da
“epik” kavramı Brecht'in adıyla birlikte anılır. Örneğin Aziz Çalışlar’ın
hazırladığı Tiyatro Kavramları Sözlüğü’nde "Epik Tiyatro: Brecht'in
bilimsel-ideolojik tiyatro kuramı"dır. Bu konuda en geniş teorik-pratik
literatür Brecht tarafından oluşturulduğundan konuya böyle yaklaşılması gayet
normaldir. Ancak kavramın kendisi tiyatro alnında ilk kez Brecht tarafından
değil, onu politik tiyatroya yönelten en önemli isim olarak kabul
edebileceğimiz Piscator tarafından, 1924'te tarihli "Bayraklar" adlı
oyun için kullanılmıştır. Eleştirmen Leo Lania oyun üzerine şöyle yazar:
Bir
oyun olarak "Bayraklar", yerleşmiş dramatik aksiyon kalıplarından
kurtulup, bunun yerine olayların epik gelişimini koyabilmek amacıyla atılan ilk
kararlı adımı simgeler. Bu açıdan bakıldığında "Bayraklar" ilk
bilinçli epik oyundur. ("Politik Tiyatro")
Bu yeni
tiyatro yaklaşımını geleneksel tiyatro biçimlerinden ayıran temel unsurlar
nelerdi?
"Epik
oyun" olarak tanımlanan bu oyun, kısa episodik sahnelere dayanan yapısı,
projeksiyon ve film kullanımı, duygulardan çok olaylara yönelen sahneleme
biçimi, güncel olaylarla paralellik kurmasıyla Brecht'in epik tiyatro kuramının
ilk nüvelerini taşıyordu. ("Politik Tiyatro", çevirmen Mustafa Ünlü)
Ben
o günlerde başkalarınca "epik tiyatro" olarak tanımlanacak yeni bir
yönelişe girebilmiştim. Neydi bütün bunlar: Kısaca aksiyonun genişletilmesi ve
olayların ardında yatanların açığa çıkarılmasıyla ilgiliydi; yani oyunun kendi
dramatik çerçevesinin ötesinde de sürekliliğini kapsıyordu. Gösteri-oyundan
didaktik-oyun oluşturuluyordu. ("Politik Tiyatro", Piscator)
Ancak
Piscator'un 1920'li yıllarda ortaya attığı epik oyun kavramını alıp buradan
yeni bir "poetika" yaratacak olan tüm üretkenliğiyle Brecht
olacaktır. Piscator'un kendisi de bunu Brecht'in ölümü sonrasında günlüğüne
yazdığı bir notta şöyle belirtir:
Epik
Tiyatroyu buldu.
Yalnızca
sözcüğü benim tiyatromdaki temel uygulamaları gördükten sonra
Ama
kuramı geliştirdi ve oyunlar yazdı.
Her
şeye karşın daha büyük olan oydu. ("Politik Tiyatro")
Gerek
Piscator'u, gerekse Bercht'i kendi yaratmaya çalıştıkları tiyatro biçimini
"epik" olarak adlandırmaya iten neydi? Bu aslında Marksist felsefenin
Hegel'le giriştiği teorik polemiğin bir ürünüdür. Başta Piscator ve daha sonra
ondan etkilenerek Brecht Marksizmi seçerek bu polemiğin içinde yer almaya aday
haline gelmiş oluyorlardı. Felsefeyi kavramlar düzeyinde verilen bir sınıf mücadelesi
olarak kabul edersek tiyatronun kavramsallaştırılmasına da politik bir misyon
biçebiliriz. Hegel ve Marks arasındaki temel tartışmayı, kabaca, idealist
diyalektik ve materyalist diyalektik arasındaki bir polemik olarak
ele alacak olursak şunları söyleyebiliriz: Hegel'e göre her türlü değişimin
temelinde "ide" (iç dünya, yani düşünce) ile materyal dünya (dış
dünya, doğa ya da nesnelerin dünyası) arasındaki bir çatışma yatar. Bu
çatışmanın sonucunda yeni bir durum ortaya çıkar, ama bu süreçte belirleyici
olan "ide" (ya da ona sahip olan özne) dir; kısacası insan bireyi bir
öznedir, çünkü kendinden yola çıkarak dış dünyayı değiştirir ve belirler.
Marks'a göreyse durum tam tersinedir:
Benim
diyalektiğim temelde Hegel'inkinden yalnız farklı değil, onunkine taban tabana
karşıttır. Hegel'e göre "ide" adı altında bağımsız bir özne haline
dönüştürdüğü düşünce süreci gerçek dünyanın yaratıcısıdır ve gerçek dünya
idenin yalnızca dış görünüşünü meydana getirir. Bana göre ise tam tersine,
"ide", insan zihninin yansıttığı ve düşünce biçimlerine dönüştürdüğü
materyalist dünyadan başka bir şey değildir. (Kapital cilt I'in önsözünden)
[1]
Aslında
tiyatro alanında yürütülen tartışma, Augusto Boal'in de "Ezilenleri'in
Tiyatrosu"nda iyi biçimde özetlediği gibi, yukarıda oldukça kaba biçimde
özetlenen felsefi-politik tartışmanın bir uzantısıdır: Hegel'e göre şiir
sanatı, tüm sanatlar içerisinde insan ruhunun kendisini en rahat ifade ettiği
biçimdir. Hegel şiir sanatını üç alt başlığa ayırarak inceler:
i) lirik
şiir
ii) epik
şii,
iii)
dramatik şiir
Lirik
şiirin içeriği "şairin içindeki ideal dünyadır, ruhun düşünsel ya da
duygusal yaşamıdır"; dolayısıyla özneldir. Epik şiirde önemli olan
olaylardır, "şair olgular karşısında kendi özel hislerinin etkisinde
kalmaksızın" olayları nesnel biçimde yansıtmaya çalışır, epik şiir
nesneldir. Dramatik şiir ise bu ikisinin öznellik ve nesnelliğin kombinasyonu
ile ortaya çıkar. Dramatik bir şiirde bir yandan olayları izler, bir yandan da
olayların içindeki karakterlerin öznelliklerini deneyimleriz. Ancak bu ikili
işleyişte Hegel için belirleyici olanın öznellik olduğunu söylemiştik,
dolayısıyla dramatik akış içinde olayları belirleyen öznel alan, diğer bir
deyişle lirik şiirin alanıdır: "Olay dışsal koşullardan değil, daha ziyade
kişisel irade ve karakterden kaynaklanır". Oysa Marks'a göre belirleyici
olan nesnel alan ve dolayısıyla Marksist bir sanatçı için belirleyici alan epik
şiirin alanıdır: Olay kişisel irade ve karakterden değil, daha ziyade dışsal
koşullardan kaynaklanır. Birer Marksist olarak Piscator ve Brecht'i
"epik" sözcüğünü ön plana çıkarmaya iten de budur.
Ancak yine
Boal bu nitelemenin Brecht'in tüm teori ve pratiğini çok dar bir çerçeve içine
hapsettiğini belirtir ve o dönemde sahiplenilen bu kavramsallaştırmanın Brecht'in
ortaya koyduğu estetiği açıklamaya yetmediğini ileri sürer:
Brechtyen
poetika sadece "epik" değildir: Onun poetikası Marksist'tir ve
Marksist poetika lirik, dramatik veya epik olabilir. Eserlerinin birçoğu bir
türe, diğerleri diğer türe, yine başka diğerleri de üçüncü türe aittir.
Brecht'in poetikası dramatik ve epik eserleri olduğu kadar lirik eserleri de
kucaklar.
Brecht
bu ilk hatasının farkına bizzat kendisi de varmıştı ve son yazılarında kendi
poetikasını "diyalektik poetika" olarak adlandırmaya başlamıştı.
Aslında Hegel'in poetikasının da diyalektik olduğu dikkate alındığında bu
adlandırma bir hatadır. Brecht kendi poetikasını kendi adıyla, yani Marksist
poetika olarak adlandırmalıydı! Fakat ilk baştaki adlandırmadan kuşku duymaya
başladığında artık bir çok kitap yazılmıştı ve karışıklık çoktan oluşmuştu.
(“Ezilenlerin Tiyatrosu”)
Epik
Tiyatro üzerine ilk yazılar
Henüz
gelişkinlik arzetmese de Brecht tarafından "Üç Kuruşluk Opera"
üzerine yazılan notlarda "epik tiyatro" kavramını formülleştirme
yolundaki ilk girişimlere rastlayabiliriz. Buna göre epik tiyatroya dair en
önemli özellikler şöyle özetlenebilir:
- Öncelikle, epik tiyatro yeni bir seyirci
davranışı talep etmektedir. Seyirciden sahnede olup bitenlere
kapılmamasını, sahnede olan biteni objektif ve eleştirel bir gözle
izlemesini talep etmektedir. Klasik tiyatro yandaşlarınca eleştirilen
sahne başlıklarının panolara yansıtılması yolundaki sahneleme buluşu bu
etkiye hizmet etmeyi amaçlamaktadır. Brecht az sonra oynanacak olan
episodun temel akışını bir iki cümleyle özetleyerek seyircide "ne
olacak"tan ziyade "nasıl ve neden olacak" sorusunu
uyandırmayı amaçlamaktadır.
- Yukarıdaki ilkeyle uyumlu biçimde oyuncudan da
"epik oyunculuk" olarak adlandırdığı bir yaklaşımı kullanmasını
ister. Bu oyunculuk tarzı seyirciyi özdeşleşmeye zorlamayan, aksine ona
doğrudan yönelen bir nitelik taşımalıdır. Oyuncudan tavır, jest ve
mimikleriyle sahne üzerinde her zaman oyun metninde olandan fazlasını
anlatmalarını ister.
- Epik tiyatroyu ortaya çıkarmaya yönelik özgün bir
deneme olarak "Üç Kuruşluk Opera"da şarkıların kullanımı özel
bir öneme sahiptir. Brecht operanın ilk biçiminin müzik ve dramaya eşit
ağırlık verdiğini ama zamanla bunun kaybolduğunu ve dramanın ikinci planda
kalmaya başladığını söyler. Bu anlamda "Üç Kuruşluk Opera"
müziğin ve oyunculuğun aynı oranda önem taşıdığı operanın ilk haline bir
dönüş niteliği taşımaktadır. Şarkıların kullanımının oyunda net bir
kesinti yaratması amaçlanmaktadır. Bu nedenle şarkılar devreye girdiğinde
sahneleme ve ışıklandırmanın net biçimde ayrışması talep edilir. Bu
noktada hikayeden tamamen kopulmuş, oyuna bir süreliğine ara verilmiştir.
Oyunculardan şarkıları söylerken seslerini zaman zaman müzikle çelişki
oluşturacak biçimde kullanmaları istenir. Şarkının duygusal içeriğini
açığpa çıkarmaktan çok, onun anlamını vurgulayacak jest ve gövdesel
haraketlerin kullanılması talep edilir. Oyuncu şarkı söylerken
müzisyenlerin de görünürde olmasının tercih edileceği söylenir. "Üç
Kuruşluk Opera"nın ilk sergilemesinde sahne tasarımı yapılırken bu
noktaya dikkat edilmiş ve sahne gerisinde yüksek bir org dekorunun duran
orkestra elemanları şarkılar sırasında aydınlatılmışlardır.
Brecht
"Üç Kuruşluk Opera"da geliştirdiği formülasyonu Mahagonny'de daha da
ileri götürür ve oyun üzerine yazdığı notlara "dramatik" ve
"epik" tiyatro anlayışlarını karşılaştıran bir tablo koyar. Bu tablo
aşağı yukarı şöyledir:[2]
Brecht’e göre “Dramatik Biçim”.
(İdealist Poetika)
|
Brecht’e göre “Epik Biçim”.
(Marksist Poetika)
|
1. Düşünce varlığı belirler.
(Özne-karakter)
|
1. Toplumsal varlık düşünceyi belirler.
(Nesne-karakter)
|
2. İnsan verili, sabit, değişmez, içkin ve
bilindiği şekliyele değerlendirilen bir varlıktır.
|
2. İnsan değişebilir bir varlıktır,
araştırmanın nesnesidir ve bir “süreç içinde”dir.
|
3. Dramatik eylemi özgür iradelerin
çatışması doğurur; eserin yapısı çatışan iradelerin bir şemasıdır.
|
3. Dramatik eylemi ekonomik, toplumsal
veya politik güçler arasındaki çelişkiler doğurur; eser bu çelişkilerden
oluşan bir yapı üzerine kuruludur.
|
4. Seyircinin duygusal uzlaşmasından oluşan
ve seyirciyi eylemde bulunma olanağından yoksun kılan bir özdeşleşme yaratır.
|
4. Seyircinin eleştirel bilincini ve
eylemde bulunma kapasitesini uyandırarak onu bir gözlemci haline getirmek
suretiyle dramatik eylemi “tarihselleştirir”.
|
5. Oyunun sonunda katharsis seyirciyi
“arındırır”.
|
5. Bilgi yoluyla, seyirciyi eyleme
yöneltir.
|
6. Duygu.
|
6. Akıl.
|
7. Oyunun sonunda çatışma çözülür ve yeni
bir iradeler şeması yaratılır.
|
7. Çatışma çözülmeden bırakılır ve temel
çelişki daha belirgin şekilde ortaya çıkar.
|
8. Hamartia (karakterin trajik hatası)
karakterin topluma uyumunu engeller ve dramatik eylemin temel nedeni budur.
|
8. Karakterin kişisel hataları hiçbir zaman
dramatik eylemin doğrudan, temel nedeni değildir.
|
9. Anagnorisis (hatanın farkına varma)
toplumu haklı çıkarır.
|
9. Elde edilen bilgi toplumun hatalarını
açığa çıkarır.
|
10. Şu anda gerçekleşen eylem.
|
10. Anlatı.
|
11. Yaşantı.
|
11. Dünya tablosu.
|
12. Duygu uyandırır.
|
12. Yargıda bulunmaya zorlar.
|
Epik Tiyatro’nun
Marksist temelleri
"Epik
Tiyatro" kuramının arkaplanını oluşturan temel felsefi-politik yaklaşımı
daha iyi çözümleyebilmek için öncelikle Brecht'in Marksizm'i nasıl
yorumladığını anlamalıyız. Douglas Kellner'in de ortaya koyduğu gibi Brecht'in
Marksizm'i kendi dönemindeki ortodoks yorumlardan oldukça farklı algılamaktaydı
ve bu yorumu Berlin'de ilk Marksizm derslerini aldığı komünist entelektüel Karl
Korsch'un etkisiyle oluşturmuştu.[3]
I. Dünya Savaş'ı sonrasında yaşanan iç savaş ortamında militan bir figür olarak
ön plana çıkan Korsch, ilerleyen dönemlerde Ortodoks Marksizm'le uyuşmayan
düşünceleri nedeniyle bir "sapkın" olarak damgalanmış ve 1926'da
Alman Komünist Partisi'nden (KDP) tasfiye edilmişti. Korsch bu dönemden sonra,
Almanya'yı terk etmek zorunda kalacağı 1934 yılına kadar, bağımsız bir
entelektüel olarak, özellikle küçük gruplarla yürüttüğü siyasi-entelektüel
faaliyetlerle ilgilenmeye devam etti. Brecht'in Korsch'u tanıması da bu döneme
denk geldi: Brecht Marksizm'i daha ayrıntılı biçimde öğrenebilmek için
Korsch'un seminer atölyelerinden birisine katılmış ve burada Korsch'un Marksizm
yorumuyla birlikte, hiyerarşi barındırmayan grup çalışması biçimiyle de
tanışmıştı. İlerleyen dönemlerde Brecht'in kendi prodüksiyonlarını üretirken
bir reji grubu ile birlikte yürüttüğü kolektif çalışma biçimi, Piscator'dan
olduğu kadar Korsch öncülüğünde yürütülen kolektif seminer atölyelerinden de
ödünç alınmıştır.
Korsch'un
1923 tarihli eseri "Marksizm ve Felsefe" onun en önemli yapıtı kabul
edilmektedir. Korsch Marksizmi bir siyasi-ekonomik mücadele stratejisinden
ibaret gören o dönemin ortodoks yorumunu yetersiz bulmaktaydı; entelektüel
faaliyetin de devrimci eylemin bir parçası olarak görülmesi gerektiğini
savunuyordu. Korsch'a göre Marksizmin teorik çekirdeğini "diyalektik
materyalizm" oluşturmaktaydı. Marksist diyalektik üç temel ayak üzerinde
yükselmekteydi: Tarihsel belirlenimcilik ilkeleri (principles of historical
specification), eleştiri ve devrimsel pratik. Marks'ın tarihsel belirlenimcilik
ilkeleri, her toplumu ve fenomeni kendi tarihsel döneminin şartları içerisinde
özel bir biçimde kavramsallaştırmak gerektiğini söylüyordu. Korsch'a göre
Marksist teorinin en büyük başarısı burjuva toplumunun ve kapitalizmin
diğer toplumsal formasyonlardan farklı olan tarihsel özelliklerini iyi bir
biçimde analiz edebilmesinde yatmaktaydı. Yine bu analizden yola çıkarak Marks,
kapitalist toplumsal formasyonun temel çelişkilerini de ortaya koyabiliyor,
böylece onun değiştirilebilir olduğunu gösteriyordu. Bu nedenle de Marksiszm,
diyalektik, eleştirel bir teoriydi: Sistemi değiştirmenin stratejik araçlarını
sunmayı amaçlıyordu. Dolayısıyla Marks'ın yürüttüğü entelektüel faaliyet
devrimci pratiği hazırlayan, onu doğuran bir faaliyetti.
Bu temel
yaklaşım, Brechtyen Epik Tiyatro kuramının temelini oluşturuyordu: Brecht
sahnede "tarihselleştirilmiş" karakterler görmek ister. Çünkü tüm
duyguların, fikirlerin ve davranışların belirli bir toplumsal durumun ürünleri
olduğunu düşünür. Bu nedenle tiyatrocu dediğimiz kişi öncelikle canlandıracağı
karakterin toplumsal formasyonuna dair bir yaklaşıma sahip olmalıdır,
oynayacağı rolün belirli bir çağın ve belirli bir toplumun belirlenimi altında
hareket ettiğini unutmamalıdır. Korsch'un ön plana çıkardığı ikinci nokta
eleştirelliktir. Brecht uygulamacılardan sahne üzerinde yaptıklarını
eleştirelliğe tabi tutmalarını, seyircilerin de eleştirel bir tutum almasını
sağlayacak sanatsal buluşları gerçekleştimeyi temel hedef olarak saptamalarını
ister. Gerek Brecht, gerekse Korsch için insanlar, gündelik yaşam içerisinde
kendilerini belirleyen tarihsel yasaların bilincinde olmadan yaşamakta ve
belirli bir eleştirelliğe sahip olamadıklarından bu yasaları değiştirecek
devrimci bir pratiği gerçekleştirememektedirler. İnsanları böyle körleştiren
şey içinde yaşadıkları toplumsal formasyonla kurdukları "hayali"
ilişki, Althusseryen kavramlarla konuşursak ideolojidir. Korsch'a göre
"ideoloji baskının önemli bir aracı olarak hizmet eden maddi bir
güçtür". Egemen sınıflar, ezilen sınıfları kendi ürettikleri egemen
ideolojinin etkisi altında, kendi durumlarının yeterince akılcı bir analizini
gerçekleştiremeyecek ve varolan ilişkiler ağına müdahil olamayacak bir durumda
tutmak için büyük çaba harcarlar. İşte Brecht'in Korsch'tan ilham alarak
teorisini oluşturmaya çalıştığı sanat yapıtı seyircinin bu egemen ideolojiyle
"özdeşleşme" durumuna bir saldırı gerçekleştirmeyi amaçlıyordu.
Y-efekti dediğimiz sahneleme buluşları bütünüyle bu amaç için ortaya konulmuş
sanatsal araçlar olarak tasarlıyorlardı. Böylece seyircinin egemen burjuva
ideolojisiyle kurduğu "özdeşleşme" ilişkisine politik bir müdahale
yapılıyordu. Piscator'un kendi tiyatrosunu Brecht'inkiyle karşılaştırırken
yaptığı bir analiz yukarıda söylediklerimizle yakından ilgilidir:
Görüşlerimiz
oldukça farklıdır. Bütünlük kavramını algılayışımız oldukça değişik. Kardeşim
Brecht insan yaşamının ve tavrının önemli ayrıntılarıyla ilgilenir, ben politik
bir problemi bir bütün halinde sunmayı yeğlerim. (“Politik Tiyatro”)
Brecht'in
ilgilendiği ayrıntılar doğrudan ideolojiye ilişkindir. Örneğin "Üç
Kuruşluk Opera"da Macheath'in "alışkanlık sahibi bir burjuva"
olarak çizilişini ele alalım, ancak alışkanlığı her perşembe geneleve
gitmektir. "Burjuva alışkanlıklarını kolay kolay değiştiremeyen
kişidir" ve her şeyden üstün tuttuğu kendi konformizminin kurbanı olur.
"Mahagonny"de Paul'ün yürüttüğü "şu üç günlük dünyada insan her
türlü hazzı sınırsız yaşamalı" türünden konformizim ve bireycilik kokan uç
noktada bir söylem, bir sonraki sahnede bir adamın tıkınmaktan çatlamasına yol
açacaktır. Brecht'in de söylediği gibi birisinin tıkınmaktan ölmesi,
başkalarının açlıktan öldüğü gerçeğine de göndermede bulunur. Brecht'in
"gestus" olarak adlandıracağı toplumsal jestler, karakterlerin
taşıdığı ve pek çok seyircinin de özdeşleştiği ideolojik eğilimi açığa çıkaran
sahneleme araçlarıdırlar. Brecht seyirci açısından önce sahne üzerinde
ideolojik özdeşleşmeyi ya da tanımayı mümkün kılar ve ardından onu
yabancılaştırarak seyirciyi eleştirel bir tavra yöneltmeyi amaçlar. Korsch'un
bahsettiği devrimci pratik burada gerçekleşme ihtimali kazanır: Eğer seyircinin
eleştirellik yoluyla, içinde yaşadığı toplumsal formasyonun bir gerçekliğine
farklı bir bakış açısıyla yakalaması sağlanabilirse, o seyirci devrimci pratiği
hayatta gerçekleştirecek ve bu yeni ulaştığı bilgi ışığında bir değişimi
başlatmak için eyleme geçebilecektir.
Bu bakış açısıyla yeniden bir
değerlendirme yaparsak, "Mahagonny"de ilk kez karşılaştığımız Epik
Tiyatro'nun temel özelliklerini özetleyen tablo, Brecht'in yukarıda kısaca
açıklamaya çalıştığımız Marksizm yorumunu sahne üzerine taşımak için başlattığı
uzun bir yolculuğun ilk adımı gibi göründüğünü söyleyebiliriz
Kapsamlı pratikten rafine
kurama: Tiyatro İçin Küçük Organon
Brecht’in ortaya koyduğu
tiyatro estetiğini anlamaya çalışanların karşılaşacağı en büyük zorluklardan
birisi Brecht’in sonuçta pratikler üzerinden iş gören yaklaşımıdır. Brecht
hayatının her döneminde yaptıklarına kuramsal bir arka plan kazandırmaya dönük
bir perspektife sahip olsa da geride bütünlüklü bir tiyatro kuramı bıraktığını
iddia etmek zor olacaktır. Brecht her şeyden önce bir oyun yazarı ve yönetmeni
olarak hatırlanacaktır.
Brecht’in yıllara dayanan
çalışmasını bütünlüklü biçimde kuramsallaştırmaya dönük en son eserlerinden
birisi de Küçük Organon’dur. Yazımını 1948 yılında tamamladığı ve 1954 yılında
da bazı ekler ilave ettiği bu çalışmanın önsözünde Brecht, bu eserin pratik
düzeyde yıllardır devam eden bir tiyatro çalışmasının ulaştığı sonuçları
paylaşmayı amaçladığını söylerken söz konusu tiyatro deneyimini bir kez bile
“Epik” olarak adlandırmaz. Ama “bilim çağının yeni tiyatrosu” olarak
nitelendirdiği bu tiyatronun temel bileşenleri Brecht’in Epik Tiyatro üzerine
ilk formülasyonlarını geliştirdiği dönemdekilerle uyum içerisindedir.
Küçük Organon’da rafine bir
biçimde sunulan tiyatro kuramının en temel bileşenleri şunlardır:
·
Tarihselleştirme: Brecht’e göre çağımızın
bilimsel tiyatrosu kendi çağına tarihçilerin geçmişe baktığın gibi bakmayı
bilmelidir. Sahnede davranışları sergilenen insanların kendi çağlarının
toplumsal koşullarınca belirlenen davranışlar içerisinde oldukları gösterilirse
bu davranışların ebedi olmadığı ve değiştirilebileceği de daha iyi
gösterilebilir. Tarihsel koşullar insanlar tarafından inşa edilmişlerdir ve yine
onlar tarafında değiştirilebilirler.
·
Yabancılaştırma: Bilimsel bir tiyatro
kendi nesnesi olan çağın insan ilişkilerine bir bilim adamının şüpheciliğiyle
bakmayı becerebilmelidir. Böyle bir tiyatronun estetiği sahnede olan bitenle
özdeşleşmeyi değil, herkese tanıdık gelen kimi olgulara yabancılaşmayı temel
almalıdır. Yabancılaştırma estetiği, toplumun alışılmış, değişmez görünen
yönlerinin aslında hiç de o kadar değişmez olmadığını bize gösterebilmelidir.
Oyun içerisinde yabancılaştırma etkisi değişik yollarla elde edilebilir:
oyunculuk, sahneleme, pankart kullanımı, film kullanımı vs...
·
Eleştirel oyunculuk: Brecht’in oyuncusu
seyircinin sergilediği karakterle özdeşleşmesini engelleyecek, yabancılaştırıcı
bir teknik geliştirmelidir. Bu teknik en temel anlamda gösteren (oyuncu) ve
gösterilen (karakter) arasındaki ilişkinin sahne üzerinde gizlenmeden ortaya
konması ilkesine dayanır. Ancak bu yapılırken estetik yollar kullanılmalıdır.
Aksi taktirde sahne üzerinde izlenen bir sanat eserinden çok bir derse dönüşecektir
ki bu Brecht’in en son arzuladığı şeydir. Brecht’in oyuncusu entelektüel bir
birikime sahip olmalı, yaşadığı dünyaya, ele aldığı oyuna ve oynadığı karaktere
dair bir görüş oluşturabilmelidir. Bu görüş doğrultusunda tavrını sahne üzerine
taşıması gereklidir. Diğer bir deyişle Brecht oyuncunun eleştirel potansiyelini
uyandırmayı hedefler. Bunun dışında Brecht oyuncudan bir “ensamble” anlayışı
çerçevesinde iş görmesini ister. Her ne kadar oyuncu rolü için bireysel bir
hazırlık yapsa da sonuçta oynayacağı karakter ancak oyundaki diğer
karakterlerle kurduğu ilişkiler içerisinde ortaya çıkabilecektir.
·
Gestus: Toplumsal değer taşıyan jestler.
Oyuncu gestuslar aracılığıyla iş görür, diğer bir deyişle oyuncu role ve oyuna
ilişkin tavrını toplumsallaştırdığı jestler aracılığıyla açığa çıkarır. En
büyük gestus, tüm diğer gestusları içinde barındıran oyunun öyküsüdür. “Öykü
teatral gösterinin kalbidir.” Brecht seyircinin kendisini oyunun öyküsüne
kaptırıp gitmesini istemediğinden oyuncudan devreye gestusları sokarak
izleyicide öyküye dair toplumsal bir bilinç oluşturmasını ister. İzleyici oyunu
izlediğinde öyküye dair bir yargı geliştirebilmelidir.
·
Eleştirel dramaturji: Tiyatro grubunun
işi ele aldığı öyküyü eleştirel bir dramaturjiye tabi tutmak ve belli bir yorum
çerçevesinde gerekli yabancılaştırmaları da kullanarak izleyiciye aktarmaktır.
Uygun olan yabancılaştırmanın nasıl olması gerektiğine eleştirel dramaturjiden
yola çıkılarak karar verilir.
·
Sentetik değil eklektik sanat: Brecht’in
tiyatrosu farklı sanatsal disiplinlerin birarada kullanılmasına sıcak bakar.
Ancak bu disiplinler birbirleri içerisinde eriyerek uyumlu bir birliktelik
oluşturmamalı, yabancılaştırma etkisini güçlendirecek çelişkili bir birliktelik
içerisinde bulunmalıdırlar. Örneğin sahne müziği oyunculuk üslubuyla çelişkili
biçimde seçilebilir, sahne tasarımı öykünün yabancılaştırılması için bir araca
dönüşür vs...
Brecht’i adlandırmak: Epik
Tiyatro, Bilimsel Çağın Tiyatrosu, Diyalektik Tiyatro
Brecht 1954 yılında Küçük
Organon için yazdığı eklerde kendi tiyatrosuna bir ad verme konusunda yaşadığı
zorlukları şu sözleriyle anlatır:
Şimdi “Epik
Tiyatro” kavramından vazgeçiliyorsa eğer, bu aynı zamanda söz konusu tiyatronun
eskiden olduğu gibi şimdi de olanaklı kıldığı bir adımdan, bilinçli yaşamaya
atılan adımdan vazgeçme anlamını taşımamaktadır. Burada yalnızca kavramın,
belirtilmek istenen tiyatro bakımından aşırı yetersizliği ve yüzeyselliği söz
konusudur; belirtilmek istenen tiyatro daha kesin belirlemeleri
gereksinmektedir ve daha çok edim ortaya koymak zorundadır. (...) “Bilimsel
Çağının Tiyatrosu” kavramı da yeterince geniş değildir. Bilimsel çağ diye
adlandırılabilecek olan, “Tiyatro için Küçük Organon”da belki yeterince
açıklanmıştır, gelgelelim kullanıla geldiği biçimiyle terimin kendisi artık
fazla kirlenmiştir.
Brecht hayatıın son yıllarında
bu iki kavram yerine “Diyalektik Tiyatro” kavramını kullansa da aslında bu
kavramı da kendi çalışmasını yeterince açık biçimde betimleyecek biçimde
tanımlayamamıştır. Aslında bakılırsa Brecht’in yaptığı tiyatroyu ilk adlandırma
girişimini yaptığı Mahagonny notlarından, yıllara yayılan pratik süreçleri
rafine bir kurama dönüştürme girişimi olarak değerlendirilebilecek “Küçük
Organon”a kadar geçen süre içerisinde yürüttüğü tüm çalışmalar epik anlatıyı
önemseyen, diyalektik materyalizmin önemine inanan ve geleceğin bilimi
olacağını düşündüğü toplumsal bilimlerle yakın ilişki içerisine bulunan, özel
biçimde yorumlanmış bir Marksist yaklaşıma sırtını dayamış bir tiyatronun
arayışıdır. Dolayısıyla Brecht’i adlandırırken bu kavramlardan herhangi
birisini önplana çıkarmak onun algılanışı açısından bir eksikliğe yol
açacaktır. Brecht’in kendisinin bile kendi tiyatrosunu adlandırmakta bu denli
zorlanmasının temel nedeni de budur.
KAYNAKÇA
Boal, Augusto; “Ezilenlein
Tiyatrosu”; Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi; 2003
Brecht, Bertolt; “Mahagonny
Kenti’nin Yükselişi ve Düşüşü Üzerine
Notlar”; Mitor Boyut; Bütün Oyunları; Cilt 3; s.393-401
Brecht, Bertolt; “Üç Kuruşluk Opera
Üzerine”; Mitor Boyut; Bütün Oyunları; Cilt 3; s.373-386
Brecht, Bertolt; Tiyatro İçin Küçük
Organon; Mitos-Boyut; 1993
Kellner,Douglas; “"Brecht’s
Marxist Aesthetic"; http://www.uta.edu/huma/illuminations/kell3.htm
Piscator, Erwin; “Politik Tiyatro”;
Metis Yayınları; 1985
[1] Konuyla ilgili popüler
örneklerden birisi tekerleğin icadıyla ilgilidir: Hegelci idealist diyalektiğe
göre tekerleği bulan insan önce onu kafasında tasarlamış ve doğada bulduğu
uygun materyallerle ilk tekerleği gerçekleştirmiştir, diğer bir deyişle insan
zihinsel süreçlerini devreye sokarak doğayı değiştirecek bir fikir üretmiştir;
Marksist materyalist diyalektiğe göre ise tekerlek fikri insanların yüzyıllara
yayılan doğayı gözlemleme süreçlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır,
insanlar doğada tekerlek benzeri
cisimlerden yola çıkarak tekerleği tasarlama noktasına ulaşmışlardır, diğer bir
deyişle doğa insanda oluşacak fikir için ilham kaynağı olmuştur.
[2] Augusto Boal'in
"Ezilenlerin Tiyatrosu" adlı kitabında revize ettiği şekliyle.
[3] "Brecht’s Marxist
Aesthetic", Douglas Kellner,
http://www.uta.edu/huma/illuminations/kell3.htm