Geçtiğimiz yıl “Düş, Resim, Unutulmuş Zamanlar” adlı tek kişilik gösterisiyle ATB 2006’da misafir ettiğimiz Emrah Koyuncu, bu yıl da kendi yazıp yönettiği, ayrıca oyuncu olarak da rol aldığı, Mardin Belediye Tiyatrosu tarafından sergilenen “Onu Beklerken” adlı oyunuyla İATG 2007’nin konuğuydu. 30 Mayıs Çarşamba günü bir grup BGST üyesi (Sevilay Saral, Ayşan Sönmez ve Cüneyt Yalaz) ile birlikte Mardin’e dönmeden önce kendisiyle sohbet etme imkanı bulduk. Oldukça geniş bir içeriğe sahip bu söyleşiyi ilerleyen günlerde Mimesis’de yayınlanacak bir dosya için yayına hazırlayacağız. Ama şimdi bu söyleşiden de yararlanarak “Onu beklerken” üzerine bazı değerlendirmeler yapmak daha uygun olacaktır.
Öncelikle geçen seneki gösteri Etkin Sanat Merkezi imzasını taşıyordu. Emrah’a bu seneki isim değişikliğinin nedenini sorduk. Kendisi Etkin Sanat Merkezi'ndeki çalışmaların devam ettiğini ve söz konusu oyunun da aslında merkezin olanaklarıyla çıkarıldığını, ancak Mardin Belediyesi’nin gruba sağladığı destek karşılığında oyunlarını Mardin Belediye Tiyatrosu adıyla sergilemeye başladıklarını belirtti. Daha sonra uzunca bir süre oyun üzerine sohbet etme imkanını elde ettik.
“Onu Beklerken” Emrah Koyuncu’nun sergilenen yedinci oyunu olma niteliğini taşıyor. Oyun yazarı kimliğinin tiyatroculuk hayatında önemli bir yeri olduğunu söyleyen Emrah başlangıçta tek kişilik oyunlar yazmış ve sahnelemiş: “Gülümse” ve geçtiğimiz yıl ATB’ye konuk olan “Düş, Resim, Unutulmuş Zamanlar”. Ardından 2002 yılında Kızıltepe’de Eğitim-Sen’de çalışmalarını yürüten bir grupla birlikte çıkardığı “Diğerleri” gelmiş. Bu dönemden sonra yazdığı ve Etkin Sanat Merkezi’nde sergilenen oyunlarında genelde ezilenlerin, toplumun dışına itilenlerin yaşamlarını konu edinmiş: “Gölgeli Topraklar” ve “Annemindir Maviler” annelik ve kadınlık durumları üzerine yazılmış oyunlar. Ardından engellileri konu edinen “Hoşçakal Yaşadığım Hayat” ve toplumdışı, marjinal kişilikleri anlatan son oyun “Onu Beklerken” gelmiş.
Emrah Koyuncu tiyatroya 1998-2001 yılları arasında Pamukkale Üniversitesi’nde okuduğu yıllarda Denizli’de başlamış. Burada çeşitli amatör gruplarda tiyatro yapmış. “Onu Beklerken” üzerine yazılan ilk denemeler de aslında o yıllara ait. Geçtiğimiz yıl bir sonraki yılın projelendirmesini yapmak için dosyalarını karıştırırken bu metne rastlamış ve metni yeniden ele almış.
“Onu Beklerken”, bir bank üzerinde sevdiği kadının gelmesini beklemek dışında hiçbir şey yapmayan marjinal kişilik Hayyam’ı merkezine alan, dramatik ve absürd üslupların iç içe geçtiği deneysel bir çalışma. Yazar oyunun asıl amacının sokağın sert yaşantısına dair farklı bir bakış açısı sunmak olduğunu söylüyor. Emrah Koyuncu dışında oyunda rol alan tüm oyuncular amatör ve Etkin Sanat Merkezi’nin oyunculuk eğitimi çalışmalarına katıldıktan sonra tiyatroya devam etme kararı almış kişiler. Yaptığımız söyleşide içlerinde deneyimli diyebileceğimiz üyelerin çok az olduğu, çünkü çoğunluğu memur olarak çalışan üyelerin sık sık tayinler nedeniyle gruptan ayrılmak durumunda kaldıklarını öğrendik. Ancak Etkin Sanat Merkezi’nde açılan oyunculuk derslerine olan yeni katılımlar sayesinde ayrılanların yerine yeni adayların kadroya eklenmesi mümkün olabiliyor.
Tekrar oyuna dönersek, oyun yukarıda da söylediğimiz gibi aslında hiçbir zaman gelmeyecek olan sevgilisini bekleyen Hayyam’ın sokaktaki yaşantısını sürdürürken karşılaştığı olaylar üzerine kurulu: Evlenmek üzere olan orta sınıf bir çift, bir çok kez cinsel tacize uğramış bir çocuk ve çocuğun yaşadığı travmanın farkında olmayan baskıcı annesi, kendisini “dünya bulmaca şampiyonu” olarak gören megaloman bir adam, çok çirkin olduğu için üstü başı dökülen Hayyam’la bile aşk yaşayabileceğini düşünen bir kadın, çevresindeki herkese “illallah” dedirten dırdırcı yaşlı teyze vs... Karşılaştığı tüm bu karakterlerle çatışmaya giren ve onlara karşı zekasını ve dilini kullanan Hayyam “Şvaykvari” bir stratejiyle onları alt etmeyi becerir. Ancak tüm bu kişilerin şikayetleri sonucunda “toplum huzurunu bozmak” suçuyla mahkemeye çıkarılır. Yukarıda sözünü ettiğimiz “absürd” unsurların savunularını saçma bulan hakim Hayyam’ı yine de bir ay hapse mahkum eder. Gerekçesinin de yaklaşmakta olan soğuklar olduğunu söyler: Onun fikrine göre Hayyam için böylesi daha iyi olcaktır, bu Hayyam’a yapılmış bir kıyaktır aslında. Hayyam bir aylık hapis cezasını çekerken dışarıda haya devam etmektedir ve oyunun önceki sahnelerinden tanıdığımız ve Hayyam’ın dostları olduğunu bildiğimiz Adonis ve Sarı onun kadar şanslı değildirler. Isınmaya çalışırken yangın çıkardıkları için kaldıkları inşaattan kovulurlar ve soğuğa dayanamayan Sarı donarak ölür. Hayyam’ın hapiste olduğunu bilmeyen ve onu da öldü sanan Adonis de intihar edince Hayyam yalnız kalır. Hapisten çıktığında dostlarını bulamaz, bu onun sonunu hazırlayan birinci darbedir. İkinci darbeyi Sarı ve Adonis’i tanıyan bir diğer sokak adamından öğrenir. Adonis intihar etmeden önce bildiği bir bilgiyi şuursuzca onunla paylaşmıştır: Hayyam’ın beklediği kadın aslında ölmüştür, onun ölümüne Adonis kendi gözleriyle şahit olmuştur ve bu kadın asla gelmeyecektir. Bu son darbeden sonra hayatta hiçbir amacı ve dostu kalmadığını düşünen Hayyam yavaş yavaş çözülür ve bir sabah sevdiği kadını bekleyedurduğu bankın üzerinde ölü bulunur.
Oyunu izleyen BGST’li kimi tiyatrocularla yaptığımız söyleşilerde ortaya çıkan yorumları oyunun henüz tam manasıyla hazır olduğunu düşünmeyen yeniden ele almayı planlayan Emrah Koyuncu ile paylaştık:
-Öncelikle oyunun kimi pasajlarının gerçekten etkili ve deneysel olduğu konusunda izleyiciler hem fikirdi. Ancak oyunun tümü ele alındığında bazı bölümlerin ritmik sorunlar nedeniyle sarktığı ve üzerinde çalışılmasının faydalı olacağı söylendi.
-Hayyam karakteri genel anlamda zengin bulundu. Ancak oyunun temasını oluşturan bekleme imgesinin tam olarak nereye oturtulduğunun anlaşılamadığı belirtildi. Hiç gelmeyecek “Godotvari” bir sevgiliyi bekleme eyleminin, toplumsal ilişkileri çözümleyip eleştirel yaklaşımlar geliştirebilen, muhtemelen umutlarını kaybetmiş bir entelektüel olarak yorumlanan Hayyam açısından taşıdığı etik değerin ne olduğu sorusu seyircilerin aklına takılan en temel sorulardan birisiydi. Yazar genel anlamda sempati duymakla beraber aslında Hayyam’a eleştirel yaklaşmayı tercih ettiklerini belirtti. Ancak bu eleştirel, mesafeli yorumun seyircilere geçip geçmediği konusunda yaptığımız tartışma da tam bir mutabakata varamadık.
-Hayyam’ın sokakta karşılaştığı ve alay ettiği kimi karakterlerin de aslında “ezilenler” safında yer aldığı olgusunun altının oyunda yeterince çizilmediği yolunda bir diğer eleştiriyi de oyun yazarıyla paylaştık. Yazara özellikle “tacize uğrayan çocuk” ve erkekler tarafından alay konusu edilen “çirkin kadın” tiplemelerinde grubun alternatif bir dramaturjisinin olup olmadığını sorduk. Yürüttüğümüz tartışmadan çıkan sonuca göre bu dramaturjik soruların oluşmasına hizmet eden de aslında yukarıda tartıştığımız güçlü “Hayyam imgesi” ve bu imgenin sahne üzerinde yeterince eleştirilemiyor olması.
-Oyuna ilişkin bir diğer gözlem de Hayyam’ın arkadaşları Adonis ve Sarı da tercih edilen oyunculuk üslubuna ilişkindi. Bu karakterler oluşturulurken fazlasıyla Amerikan “homeless” imgesinden hareket edildiği gibi bir gözlemimiz olduğunu, oysa rolü oynayan oyuncuların gerçek etkiyi daha sade ve abartısız icra ettikleri anlarda oluşturduklarını belirttik. Yazar bu konuda kendilerinin de bir gözlemi olduğunu ve oyun öncesinde bu eğilimleri törpülemek için çalışma yaptıklarını belirtti.
Sonuçta Emrah Koyuncu ve Mardin Belediye Tiyatrosu oyuncuları proje üzerinde çalışmaya devam edecekler ve sonuçları paylaşmak için bizi de Kızıltepe’ye davet ettiler. Dileğimiz oyunun yeniden ele alınmış bir sonraki versiyonunu Kızıltepe’de izlemek. Umarız bu dileğimiz gerçekleşir.